Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Asd10
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Asd10
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Dini Hikayeler Arsivi 2

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
YazarMesaj
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:44 pm

Otuz Altın
Hammad.. Bir zamanlar Bağdat'ın en zenginlerindendi. Dünyalık adına nesi
var nesi yoksa dağıttı. ... ve Bağdat'ın en fakiri oldu.

Bir gün kapısını çalarlar. Evde değildir, bir müddet beklerler. Tam
sonra geliriz diye ayrılmak üzere idirlerki gelir. Elinde yiyecekler.
Sofraya otururlar. Yemek esnasında içeriye o ana kadar görmedikleri
yabancı biri gelir bir şey söylemeden Hammad'a otuz altın uzatır.
Hammad'ın rengi gider, sarsılır ve:
- Almam!
- Alacaksın.
Yabancı adam o kadar ısrar ederki, Hammad almayacağı konusunda herkesin
duyacağı şekilde yemin eder. O anda birkadın seslenir: :
- Bakın siz şunun yaptığına ! Bugün bu yediklerinizi alabilmek için,
başımdan başörtümü aldı, pazara gitti sattı, yiyecek aldı. Şimdi de
verilen parayı o kadar ısrara karşın kabul etmiyor, bir de üstelik almam
diye yemin ediyor.
Sessizlkik.... Kadına hiç kimse cevap vermez... Sessizliğin ve
sıkıntının hakim olduğu bir ortamda lokjmalar boğazlardan aşağı
yuvarlanır yuvarlanabildiği kadar. sonunda içlerinden bir dayanamaz ve
sorar:
- Hem böyle bir ihtiyaç içindesin, hem de sana verilen otuz altını kabul
etmiyorsun. Söyleyebilirmisin neden?
- Hanımımın başörtüsünü pazara götürüp satmak için dolaşırken bir ses
duydum "Bu işi bizim için yapıyorsun! Karşılığı sana aaa ulaşır!" Eve
dönüp o adamın bana otuz altını getirdiğini görünce, anladım ki,
karşılığı geliyor. Onun için kabul etmedim.

Aman! Aman! Dikkat! Dikkatli ol, bir iş yaptın da karşılık bekleme.
Karşılık beklemek bir yana, karşılık ister gibi de durma.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:44 pm

Onu Cennet ile müjdeleyin!

Osmân bin Maz'ûn (r.a.) hazretlerinin bir oğlu vefât etdi. Ondan dolayı
üzüntüsü çok olup, mahzûn oldu. Evinde oturdu. Evinde bir mescid binâ
etdi. Orada ibâdet ederdi.
Resûlullah (s.a.v.) hazretleri işitip, buyurdu ki,
-Onu benim yanıma getirin. Onu Cennet ile müjdeleyin!
Sonra onu, Resûlullahın (s.a.v.) yanına götürdüler.
Resûlullah (s.a.v.) ona buyurdular ki;
- Bil, yâ Osmân ki, muhakkak Cehennemin yedi kapısı vardır. Ve Cennetin
sekiz kapısı vardır. Cennet kapılarından her birine gitdiğinde, oğlunu
orada görüp, Allahü teâlâdan sana şefâ'at eder hâlde olduğunu görmeğe
râzı olmaz mısın!
Osmân bin Maz'ûn 'radıyallahü teâlâ anh',
- Yâ Resûlallah; râzı oldum, dedi.
Süâl edildi ki, yâ Resûlallah!
- Bizim oğullarımız da böyle olur mu?
Buyurdular ki,
- Evet olur, kıyâmete kadar ümmetimden sabr eden ve sevâb istiyen
herkese de böyledir!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:45 pm

Hikmet Baba

Çeşitli hâlleriyle hikmet saçan bir derviş,
Bunda da bir hikmet var� sözünü çok edermiş.

Bu yüzden kendisine Hikmet Baba diyorlar,
Fakat onu saf sanıp alaya alıyorlar.

Nasipsiz birkaç kişi, oyun oynarlar ona,
İneğini götürüp bağlarlar bir ormana.

Derler, �Şimdi de hikmetten söz edecek mi?
İneği aramaya dağlara gidecek mi?�

Akşam sığırlar gelir, Dervişin ineği yok,
Bekliyorlar Dervişte görülsün âni bir şok.

Hikmet Baba bu işi de hiç anormal bulmaz,
�Bunda da bir hikmet var� sözünden geri kalmaz.

Çoluk çocuk birlikte köyden kıra çıkarlar,
Sığırın otladığı her tarafa bakarlar.

Nihayet aramaktan iyice yorulurlar,
İneği bir ağaca bağlı halde bulurlar.

Hikmet Baba yine der, �Bunda da bir hikmet var,
Fakirin ineğini bu ağaca kim bağlar?�

Biraz dinlenmek için oraya otururlar,
Yorgunluktan dolayı hep uyuya kalırlar.

Sabah olunca kalkıp köylerine giderler,
Acıklı manzarayı ibretle seyrederler.

Gece bir deprem olmuş, köy viraneye dönmüş,
Feryatlar yükseliyor, bazı ocaklar sönmüş.

Hikmet Baba üzülür, yine bir hikmet söyler:
�Görelim Mevlâ neyler, neylerse güzel eyler.

Rabbimiz bir sebeple köyden çıkardı bizi,
İneği bağlatarak kurtardı hepimizi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:45 pm

Hz HIZIR'I Görmek İsteyen Adam

Vaktiyle, saf-temiz bir adam, Hazreti Hızırı görmek derdine görmüş. Ona
birileri:
"- Filan çöle gideceksin filan istikamete doğru yürüyeceksin, işte
oralarda bir yerlerde Hızır'ı görebilirsin, demiş.
O da inanmış, o çöle gitmiş ve o istikamete doğru yüürmeye başlamış.
Gariban adam çölde epeyce yürümüş. Bir müddet sonra birisiyle
karşılaşmış:
"- Selâmun aleyküm..."
"- Aleyküm selâm."
"- Hayırdır, yolculuk nereye kurban?" demiş karşılaştığı adam.
"- Ben Hızır'ı görmek istiyorum. bu çölde bu istikamete gidersem
görebleceğimi söylediler.... Gidiyorum işte...."
"- Peki Hızır'ı görünce tanıyabilecek misin?..
Saf adam:
"- Vallahi, o hiç aklıma gelmedi demiş.
"- Üzülme... Ben sana tarif edeyim: Benim gibi kara kuru, seyrek sakallı
bir adamdır.
"- Eyvallah kurban demişler ve birbirlerinin tersine yürümüşler.

Çok geçmeden aklı başına gelmiş,geri dönmüş ama, kara kuru seyrek
sakallı Hızır (a.s.) sır olup gitmiş.

Adamcağız kulağını kaşımış ve...
"- Hay Allah, kaçırdık." demiş. Hızır'ı kaçırdığına pişman olmuş.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:45 pm

ALAY ETMENİN CEZÂSI
Hacı Bayram-ı Velî'nin doğduğu Zülfadl (Sol-Fasol) köyünden bir genç
askere çağrılmıştı. Yetim olan bu temiz genç, babasından kalma birkaç
altınını, annesinden kalan hâtıra bilezik ve küpleri emânet edecek bir
kimse bulamadı. Hepsini küçük bir çekmeceye koyup, Hacı Bayram-ı
Velî'nin türbesine getirdi. Türbeyi ziyâret edip;
"Yâ hazret-i Hacı Bayram-ı Velî! Beni vatanî vazifemi yapmak için
çağırdılar. Annemden ve babamdan kalma şu hâtıraları emânet edecek bir
kimse bulamadım. Bu küçük çekmeceyi zâtı âlinize emânet bırakıyorum.
Eğer askerden dönersem, gelir alırım. Şâyet dönemezsem, istediğiniz bir
kimseye verebilirsiniz!" diye münâcaat etti.
Sonra çekmeceyi sandukanın kenarına koyarak ayrıldı.
Aradan yıllar geçti. Gencin askerliği bitti ve emânetini almak üzere
Hacı Bayram-ı Velî'ye geldi. Ziyâretini yapıktan sonra, çekmeceyi
koyduğu yerde buldu. Hiç dokunulmamıştı.
Orada türbeyi bekleyen türbedâra;
"Bu çekmece benimdir. Askere gitmeden önce emânet bırakmıştım. Şimdi
alıyorum." dedi.
Türbedâr;
"Tabi, alabilirsen al. Çünkü ben, bir defâsında bu çekmecenin yerini
değiştirmek istedim. Fakat bütün uğraşmalarıma rağmen yerinden bile
oynatamadım. Bunda bir hikmet olduğunu düşünerek, bir daha elimi bile
sürmedim."

Genç, çekmecenin yanına gelip, Hacı Bayram-ı Velî'ye teşekkür etti ve
emânetini alarak köyüne döndü.

ALAY ETMENİN CEZÂSI

Gavs-ül-Memdûh hazretleri, bir gün dergâhın önünde otururken Abdürrahîm
Efendiyi huzûr-ı şerîflerine çağırdı. Şam'a gidip gitmediğini sordu. O
da;
"Gitmedim efendim" deyince;
"Şu tarafa bak bakalım ne göreceksin?" buyurdu.
İşâret ettiği yöne baktığında, yemyeşil bahçeleriyle, Şam'ın karşısında
durduğunu hayretle gördü. Şam'ı merakla seyrettiğini gören
Gavs-ül-Memdûh;
"Abdürrahîm! Boşi köyü buradan uzakta mıdır görülebilir mi?" buyurunca,
rüyâdan uyanır gibi Şam gözlerinden silindi ve hocasına;
"O köy buraya uzaktır, görünmez efendim." diye cevap verdi.
Bunun üzerine;
"Doğu tarafına bak!" buyurdu.
O anda küçük bir tepenin yamacında kurulmuş olan Boşi köyü gözünün önüne
geldi. O anda köyün bir kenarında, Gavs-ül-Memdûh'un talebelerinden
birkaç tânesi oturmuş sohbet ediyorlardı. Köy bekçisi de yanlarında sırt
üstü uzanmış yatıyor, talebelerle alay ediyordu.
Gavs-ül-Memdûh;
"Abdürrahîm! Bekçinin arkadaşlarınla alay ettiğini görüyor musun?" diye
sordu.
O da;
"Görüyorum efendim. Eğer müsâade buyurursanız hemen hakkından geleyim."
diye sordu.
Hocasının hiç cevap vermemesinden cesâretlenerek ayağını hızla bekçiye
doğru salladı. Allahü teâlânın izniyle, ayağı bekçinin tam karnına
isâbet etmiş ki, birden karnını tutmaya ve feryâd etmeye başladı. Bir
daha vuracaktı, fakat Gavs-ül-Memdûh;
"Yeter yâ Abdürrahîm!" buyurunca, durdu.
Boşi köyü de gözünden kayboldu. Hocasının bu kerâmetlerine hayran
kalmıştı.

Aradan on gün geçmişti. Boşi köyünün bekçisi, yüzü sarılı bir hâlde
Gavs-ül-Memdûh'un huzûruna çıkarıldı. Ağzı sol kulağına kadar eğilmişti.
Eğilen taraf kırış kırış olmuş, diğer tarafı da davul zarı kadar
gerginleşmişti. Bu sebeple ne ağladığı ne güldüğü, ne de konuştuğu
anlaşılıyordu. Zor konuşabilen bekçi;
"Aman yâ Hocam! Allahü teâlâyı zikreden talebelerinle alay ederken,
birisi şiddetle karnıma vurdu. O anda bütün vücûdum hareketsiz kaldı.
Ağzım da bu hâle geldi. Bundan böyle hatâmı anladım ve tövbe ettim. Ne
olur beni affediniz ve ağzımın eski hâle gelmesi için duâ ediniz."
diyerek ağladı.
Gavs-ül-Memdûh onun bu durumuna çok üzüldü. Merhamet edip ellerini
kaldırarak duâ etmeye başladı. Sonra mübârek elini bekçinin yüzüne
sürdü. O anda bekçinin ağzı, Allahü teâlânın izniyle eski hâline geldi.

Kaynak: Evliyalar Ansiklopedisi, İhlas Yayınları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:45 pm

Çürük elma için ne istersin

Bir zimmi, Sultan İkinci Murad Hana der ki:
- Bir maruzatım var Padişahım, müsaade buyurun anlatayım?
- Elbette, söyle nedir maruzatın?
- Askerleriniz benim bahçemden dün elma yediler ve parasını ödemediler!
- Bu dediğin nasıl olabilir? Bir yanlışlık olmalı!
- Yanlışlık yok Padişahım.

Sultan Murad Han derhal araştırılmasını emreder. Az zaman sonra üç
askeri huzura getirirler. Sultan onlara olayı anlatır ve sorar:
- Bu zimminin söyledikleri doğru mudur?
Askerlerden biri der ki:
- Doğrudur Sultanım, ben yaptım!
- Peki ama nasıl? Kul hakkını düşünmedin mi hiç?
- Padişahım, benim yediğim elma yerdeydi ve çürüktü. Çürük bir elmanın
para edeceğini düşünemedim; nitekim bu iki arkadaşım da oradaydı, onlar
ağaçtan elma kopardılar ve parasını da bahçeye attılar.

Padişah, zimmiye sorar:
- Askerlerimin söyledikleri doğru mudur?
- Evet, o ikisinin kopardığı elmaların bedelini aldım.
- Peki, öyleyse istediğin nedir?
- Diğer askerinizin yerden aldığı elmanın bedelini de isterim.
- Peki, o çürük elma için ne istersin?
- Bir kese altın isterim, yoksa hakkımı helal etmem.
- Bir çürük elma bir kese altın eder mi hiç? Bu açıkça haksızlık.
- O zaman hakkımı helal etmem.
- Peki al bir kese altın!

Zimminin gözleri dolar, kendisine uzatılan keseyi eliyle iter ve
kelime-i şehadet getirir. Sonra der ki:
- Efendim, maksadım altın falan değildi, müslüman olmadan önce son defa
adaletinizi tecrübe etmek istemiştim, beni affedin ve aranıza alın!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:45 pm

Fetih süresi hikayesi ve toplumumuzdaki yeri

" Halkımızın çokça okuduğu Yasin, Mülk, Nebe sûreleri
gibi, bu sûre de halkımızın çokça okuduğu bir sûredir.
Medine'de nazil olmuş, 29 ayettir. Bu sûrelerle ilgili, sevgili
Peygamberimizden gelen sahih, övücü hadisler vardır.
Halkımızın sevgisi, de bundan olsa gerektir.
Özellikle ecdadımız bu sûreyi; fetih esnasında, sıkıntılı
günlerinde, haçlı seferlerinde, düşman geldiğinde
okumuşlardır. Ülkelerine karşı yapılan saldırılan bertaraf
etmek için savunmaya geçtiklerinde yine bu
sure okunmuştur.
Hicretin 6. yılının zilka'de ayında nazil olmuştur. Sevgili
peygamberimiz 1400 arkadaşıyla ilk defa Mekke'ye gidip
umre yapmak istemiştir. Mekke'nin kenarındaki Hudeybiye
denilen yere kadar gelmiş, Mekke halkından bir heyetle
orada karşılaşmışlar, Sevgili Peygamberimiz, umre yapmak
istediğini, başka hiçbir gayesinin olma-' dığını, umreyi
yaptıktan sonra Medineye döneceğini bildirmiş. Karşı taraf
sevgili Peygamberimizi Mekke'ye sokmamak için
direnmişler. Çevredeki kabilelerden insanlar gelmişler.
Onlar da aracı olmak istiyorlar. Efendimiz onlara da;
amacının sadece umre yapmak, olduğunu söylüyor.
Bu durum karşısında Mekke'liîerde, Efendimizin bu iyi
niyetinden rahatsız oluyorlar.
İyi niyetten rahatsızlık olurmu? Olur. İnsanın içi
imansızlıkla dopdolu olursa, iyi niyetten rahatsız olur.
Şöyle bir hikaye var; Hırsızlıktan sürekli olarak dayak yiyen
adamın bir bahçesi, bahçesinde de erik ağacı varmış. Erik
ağacının meyvası ol-gunlaşmca komşusunun bahçesine
düşer, komşusuda bir- tanesini yemeden toplar; hırsız olan
bahçe sahibine getirir verirmiş. O da dermişki; "yahu
komşu! karakolda yediğim dayaklardan değil de, senin bu
iyi niyetinden kahroluyorum!."
Mekke'liler hac zamanında, çevredeki kabilelerin Mekke'ye
gelip hac yapmaları neticesinde ticaret" yapıyorlardı.
Peygamberimizi
Mekke'ye sokmama durumu çevredeki kabileleri ticari
olarak etkileyecektir.
Mekke'den gelen heyet; peygamberimizle gelen 1400
kişinin Mekke'ye girip, ikili görüşmeler yaparlarsa,
insanların gönüllerinin İslam'a ısınmasından korktukları
için. uzun görüşmeler neticesinde saltanatlarının
gitmesinden de korkarak, Sevgili Peygamberimizi ve
arkadaşlarını Mekke'ye sokmama kararı alıyorlar.
Peygamberimizle bir antlaşma yapıyorlar. Antlaşma
maddeleri müs-lümanlann aleyhine gibidir.
Maddelerden bir tanesi, "bu sene umre yapmayacaksınız,
gelecek sene yapabilirsiniz:"
Bir diğer madde; "Bir kişi Mekke'ye iltica ederse, sığınırsa,
geriye iade edilmeyecek. Ama Mekke'den bir kafir insan,
müslüman olup Medine'ye sığınırsa o iade edilecek. En ağır
madde bu idi. Buna Hz. Ömer'in itirazı olmuş, sonra bu
itirazından vazgeçmiştir.
Bir diğer madde; "on yıl harb yapılmayacak." Bir başka
madde ise; "çevredeki kabilelerden dileyen dilediği devletle
ikili anlaşma yapabilir."
Bu antlaşma sahabe nazarında mağlubiyeti kabul etme gibi
kabul edilmiş ama, Allah (c.c.) Hudeybiye'den dönerken
Sevgili Peygamberimize bu sureyi indiriyor.
Vahiy geldikten sonra Peygamberimiz ashabını müjdeliyor
ve diyor ki; "şu anda bana bir sûre nazil olduki, bu sûre
üzerine güneş doğan herşeyden daha hayırlıdır"4185[1]
Fetih suresi yeryüzündeki her şeyden daha hayırlıdır.4186[2]
1- Biz sana apaçık fethi verdik.
4185[1] Buharı Tefsir suret-i feth
4186[2] Mahmut Toptaş, Kur’an-ı Kerim Şifa Tefsiri, Cantaş Yayınları:
7/171-173.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

Çobanın AŞKI
Aşıktı delikanlı. Sevgilisinin isminden başka bir şey bilmediğinden mi,
konuşmaya mecali olmadığından mı bilinmez, arkadaşı anlatıyordu onun
halini:
- Gözleri günlerdir uyku görmedi efendim, diyordu, yemiyor, içmiyor, işi
gücü, gecesi gündüzü havası suyu o kız oldu sanki. Ne desem kâr
etmiyor, son bir çare diye geldik size. Halbuki "sen bir garip çobansın,
o padişahın kızı, davul bile dengi dengine" dedim ya, dinlemiyor
efendim, ama herhalde aşkın gözü kördür diye de buna diyorlar, değil mi
efendim...
İhtiyar adam bu esnada gözlerini dikmiş, iskeletinin üstüne deriden bir
zırh giydirilmişcesine zayıf, çelimsiz, saçı sakalına karışmış, uzaklara
dalıp dalıp giden, gözlerinde aşktan gayrısı kalmayan diğer çobanı
süzüyordu. Sonra bir ah çekti, yüzünü nefes almadan konuşmasını sürdüren
delikanlıya çevirip tebessüm etti.
- Kolay evlat kolay, dedi, çaresizseniz çare sizsiniz. Ve tane tane
anlatmaya başladı.
İki genç çobanın, çökmek üzere olan bu kulübesinde dertlerine derman
aradıkları ihtiyar adam, aslında padişahın bütün dertlerini paylaştığı,
her meselesini danıştığı bir bilge idi. Yıllar önce padişah kendisini
tanıyıp sevdiğinde bir tek şey istemişti ondan; burada yaşamaya devam
edecekti ve kimsecikler bilmeyecekti kim olduğunu. O günden beri de bu
kulübede yaşıyar, gelen geçene ikram edip, gül alıp gül satıyordu.
Padişahın kızının aşkıyla eriyip muma dönen genç çoban ve yanındaki
kadim dostu nereden bilsindi bu garip ihtiyarın padişahın gönlüne sultan
olduğunu.
Aşık genç, ihtiyar adamın anlattıklarını dinledikten sonra, her şeyin
bittiği anda başlayan son ümide sımsıkı sarılanların o saf ve tertemiz
teslimiyetiyle:
- Sahiden bu kadar kolay mı efendim, dedi, yani o mağarada elimde
tesbih, kırk gün Allah dersem sevdiğime kavuşabilir miyim, onunla
evlenebilir miyim?
- Evet, dedi bilge, kırk gün o mağarada gece gündüz Allah diyeceksin,
kırk gün sonra padişahın kızı senindir.
İki dost hemen yola çıktılar, aşık çobanın yüzüne kan, dizlerine derman,
yüreğine yeniden can gelmişti. Arkadaşına sarılıp, elinde tesbih,
gönlünde aşk, yüzünde ümit çiçeklerinden örülme bir tebessüm, mağaranın
yolunu tuttu. Gelir gelmez hiç vakit kaybetmeden diz çöktü, dualar etti,
gözlerini kapattı, kalbini padişahın kızına bağladı, eline tesbihi aldı
ve dudakları kıpırdamaya başladı: Allah, Allah, Allah...
Günler günleri padişahın kızının hayaliyle tespih taneleri gibi
kovalayadursun, mağaranın yakınındaki köyleri bir söylenti çoktan
sarmıştı. Herkes birbirine karşı dağdaki mağarada gece gündüz Allah
diyen gençten bahsediyordu. Cami çıkışında ihtiyarlar, çeşme başında
kadınlar, tarlada işçiler, top oynarken çocuklar, herkes onu
konuşuyordu:
- Şu karşı mağarada bir genç varmış, kendini Allah´a adamış, gece gündüz
durmadan Allah diyormuş, Allah Allah..."
Aşık dostunun ne halde olduğunu merak eden genç çoban, mağaraya
geldiğinde üç hafta geride kalmıştı bile. Bizimkinin gözleri kapalıydı,
dudaklarının da kıpırdamadığını görünce, uyuyakaldı herhalde diye
düşündü. Tespih tanelerinin parmaklarının arasında dolaşmaya devam
ettiğini görünce de, bu nasıl uyku diye sordu kendine. Bu sırada
gözlerini açan genç adam, karşısında arkadaşını görünce, günlerdir
yalnızlığıyla paylaştıklarını birbiri ardına anlatmaya başladı: Kırk
günün yarıdan fazlası geçmişti, o durmadan Allah diyordu, ama ne
padişahın kızı vardı, ne bir haber, ne bir ümit kırıntısı... Acaba,
diyecek oluyor, yutkunuyor, hayır diyor, tespihine bakıyor, bir kalp
gibi atan sağ el işaret parmağını sabitlemeye çalışıyor, avuçlarını
sıkıyor, gözleri doluyordu. Vedalaştılar. Ay ışığında dostunun gözlerine
yayılan başkalık dikkatini çekmişti genç çobanın.
Aşık çoban yeniden eline tesbihini aldı, gözlerini kapattı, boynunu neye
bağlayacağını bilemediği kalbine doğru büktü, dudakları kıpırdamıyordu
artık, sustu gece, mağaranın duvarları sustu, tükendi her şey, hiç
tükendi, an bitti, sadece bir söz kaldı: Allah...
Kırk günün dolmasına üç-beş gün kala, mağaradaki dervişin namı bütün
ülaaai sarmış, nihayet sarayın koridorlarında konuşulur olmuştu.
Meselenin aslını merak eden padişaha, bu insanların bir yerde sürekli
kalmadıklarından, bulundukları mekâna bereket getirdiklerinden, ne yapıp
edip bu dervişi ülkelerinde yaşamaya ikna etmeleri gerektiğinden uzun
uzun bahsetti başveziri. Ne yapması gerektiğini artık bilen padişah,
nasıl yapması gerektiğini bilemediği bütün zamanlarda yaptığı gibi, dağ
kulübesinin yolunu tuttu. Hürmetle diz çöktü bilge ihtiyarın önünde.
Derdini anlattı, derman diledi. Sarayının yanına bir saray yaptırmaktan,
o dervişi veziri yapmaya, sancak-tuğ vermeye kadar saydığı her şey,
bilgenin:
- Hünkârım, gönül erleri mala-mülke, makama-mansıba itibar etmezler,
demesiyle son buldu.
Kaderdi bu, padişahlarla köleleri aynı eteğin önünde diz çöktürür,
birinin derdini diğerine derman eyler, ikisini de aynı tebessümle
bahtiyar ederdi. Güldü ihtiyar:
- Neden kerimenizin nikâhını teklif etmiyorsunuz sultanım, dedi. Şaşırma
sırası padişaha gelmişti.
- Nasıl yani, diyebildi, bu şerefi bize lütfederler mi, kabul ederler
mi?
Kırkıncı günün güneşi batmak üzereydi genç aşığın mağarasının
üstünden... Padişah ve ihtiyar bilge en önde, arkalarında vezirler,
onların arkasında halktan meraklı bir kalabalık ve en arkada da olup
bitenlere bir mana vermeye çalışan aşık çobanın arkadaşı, mağaraya doğru
yürümeye başladılar. Bu arada bizim aşık kendinden öylesine geçmiş,
tesbihiyle öylesine bir olmuştu ki, gelenler içeri girseler ve bir
tesbihten başka bir şey bulamasalar şaşırmazlardı.
Padişah edepte kusur etmemeye çalışarak içeri girdi, ellerini birbirine
bağladı, duyulması güç bir sesle;
- Efendim, dedi, sizi ziyarete geldik.
Yavaşça başını çevirdi aşık, sonra bütün vücuduyla döndü, gözlerinde en
ufak bir şaşkınlık emaresi yoktu, sapsarı bir heykel gibiydi. Herkes
heyecan içinde. Vezirler, halk, genç çoban, mağara, tespih, sessizlik,
duvar... Hatta güneş bile batmaktan vazgeçmiş, kafasını mağaranın içine
doğru uzatarak olan biteni görme telaşındaydı.
Padişah meramını anlattı, türlü tekliflerde bulundu. Ne saray, ne
vezirlik, ne tuğ ne de sancak, hiç birinde gözü yoktu dervişin.
- Efendim, diyebildi en son, sessizce, benim bir kızım var efendim,
zat-ı âlinize layık değil belki, ama lütfeder nikâhınıza alırsanız bizi
bahtiyar edersiniz...
Kırk günlük çile nihayet bitmiş, olmaz denilen olmuştu. İşte aşık
maşukuna kavuşacak, murad hasıl olacaktı. Bizimkinin arkadaşı sevinçten
ağlıyordu. Soru ve cevap sanki bu soru sorulsun, cevabı verilsin diye
yaratılmıştı. Sessizlik ilk defa bağırmak, haykırmak istiyordu ve bütün
gözler genç adamdaydı.
Usulca doğruldu oturduğu yerden, etrafını şöyle bir süzdükten sonra,
gözlerini padişahın gözlerine dikti, sarhoş gibiydi. Kendinden emin bir
ifadeyle:
- Hayır, dedi, kızınızı istemiyorum.
Birden ortalığı bir sessizlik kaplayıverdi. Padişah mahzundu, halk
hayret içindeydi, vezirler şaşkınlıkla birbirine bakıyor, bilge tebessüm
ediyordu. Aşık çobanın genç arkadaşı yaşlı gözlerini silip, birden
ileri atılarak bozdu sessizliği. Dostunun yanına geldi, kulağına eğilip:
- Sen ne yapıyorsun, dedi, kırk gündür bu çileyi ne diye çektin sen,
neyi reddettiğinin farkında mısın?
Güldü aşık çoban gözleriyle ihtiyar bilgeyi arayarak:
- A dostum, dedi, ben kırk gün padişahın kızı için Allah dedim, Allah
padişahla vezirlerini ayağıma getirdi. Ya bir de Allah için Allah
deseydim..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

İnsan olmak için

İnsaniyet Nimeti
Birçok hastalıklarla musibetzede olmuş ve her an binlerce ızdırap çeken
bir insana, bu ızdıraplı insaniyet yerine sıhhatli bir kedi olmayı
isteyip istemediği sorulsa, bu teklifi derhal reddedecektir. Kedi
denilince, ağzımızdaki rızkını da beraber düşünürüz.

Demek ki o insan, o hali için de yine Cenab-ı Hakk'a şükür ile
mükelleftir. Tâ ki, küfür ve isyan ile insaniyet nimetini ebediyen
kaybetmesin.






Oyun mu, ilim mi ?


Divâne bir çocuğun okula gitmeyerek oyunu ilme tercih etmesi gibi, fasık
adam da günahı sevaba, eğlenceye ibadete tercih ediyor.




İnsanın Kıymeti

Bir adamın binlerce ağacı, yüzlerce hayvanı ve bir tane de çocuğu olsa,
bu zat âğaçlarının ve hayvanlarının tamamını istediği anda kesebileceği
ve hiçbir ceza görmeyeceği halde, çocuğunun bir parmağını dahi kesemez.
İşte insanın kıymetine bu misalle bir derece bakabilirsiniz.



Dünyayı Kesben Değil Kalben Terk etmek


İnsan dünyaya çalışmalı, muvaffakiyetin şartlarını hakkıyla yerine
getirmeli, fa,kat asla ona kalbini bağlamamalıdır.

Bilindiği gibi insan, ineğin sütünü sağar, etinden istifade eder, fakat
onu odasının başköşesine bağlamaz. İneğin yeri oda değil, ahırdır.

Öyle de, insan dünyadan istifade eder, para kazanır, mal mülk sahibi
olur. Bunlar dünya hayatı için gerekli- dir, fakat insan bunları vesile
olarak bilmeli, gaye yapma- malıdır. İnsan parasını kalbine değil,
kasasına koymalı. Keza, sarayını gönlüne değil arsasına kurmalıdır.
Zira, kalb Samediyetin âyinesidir, marifet ve muhabbete mahal olmak için
yaratılmıştır.
İnsan, Beytullah mesabesindeki kalbine servet, ma- kam, teveccüh-ü nas
gibi şeyleri koymamalı ve o kalbin nezaketine halel vermemelidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

O Senin Ailenden Değil
Hz.Nuh'un kafirlerle beraber bulunan bir oğlu vardı. Hz. Nuh oğlunu
dalgalardan kurtulmaya çalışırken görünce selendi:
- Ey oğulcağızım! Bizimle gemiye bin. Sakın kafirlerle beraber olma!
- Beni sudan koruyacak bir dağa sığınırım!
- Allah dilemedikçe, bugün O'nun azabından koruyacak hiçbir şey yoktur.

Hz.Nuh ile oğlunun arasına dalgalar girdi. Hz.Nuh'un oğlu da
boğulanlardan oldu. Hz.nuh oğlu için çok üzülmüştü. Nasıl üzülmesinki? O
kendi oğlu değil miydi? Hz.Nuh dünyada sudan kurtulamayan oğlunu hiç
değilse kıyamet günü kurtarmayı arzu etti!


Muhakkak ki, ateş sudan daha şiddetlidir. Ahiret alemindeki azap daha
korkunçtur. Acaba Allah, kulu Nuh'a aile efradını kurtaracağına dair bir
söz vermemiş miydi? Elbette vermişti. Allah Teala sözünden caymayacağı
için Hz.Nuh Allah katında oğlu için şefaatte bulunmayı istedi.

Hz.Nuh rabbine şöyle yalvardı:
- Şüphesiz oğlum benim aile efradımdandır. Muhakkak ki, senin aile
efradımı kurtaracağına dair verdiğin sözün haktır. Sen hakimlerin
hakimisin!

Fakat Allah, soylara, soplara değil sadece amellere bakar. Allah
kendisine ortak koşanlar hakkında yapılan şefaati kabul etmez. Allah'a
ortak koşan bir kimse peygamberin ailesinden biri olamaz. İsterse öz
oğlu olsun! Allah, Nuh kulunun dikkatini bu hususa çekerek şöyle
buyurdu:
- Ey Nuh! O senin ailenden değildir. Çünkü o iyi olmayan amellerin
sahibidir. O halde bilmediğinm birşeyi benden isteme. Seni cahillerden
olmaktan menederim.

Hz.Nuh (a.s.) hemen hatasını anladı ve derhal Allah'a yönelerek tevbe
etti ve yalvardı:
- Ey rabbim! Bilmediğim bişeyi senden istemekten sığınırım. Eğer beni
bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen, hüsrana düşenlerden olurum. (1)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

O KENDİNİ TANITTI

Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizâsına
gelince kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahyâ Efendiyi çağırttı. O
da yanında bir ahbâbı ile gelip kayığa bindiler. Birlikte giderlerken,
Yahyâ Efendinin ahbâbı, devamlı olarak Kânûnî’nin parmağında bulunan çok
kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu
hâli farkedince, parmağındaki o kıymetli yüzüğü çıkarıp;
-Siz gâliba, bunu merak ettiniz, alıp daha yakından, bakıp inceleyiniz,
dedi.
O zât yüzüğü aldı. Evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahyâ
Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler. Biraz sonra o kişi
inmeği arzu etti
Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince,
Pâdişâh kayıkçıya;
-Kıyıya yanaş,dedi.
Kayık kıyıya yanaştı. O zât, ineceği sırada denizden bir avuç su alıp
Sultana uzattı. Avucunda biraz önce denize attığı yüzük vardı. Yahyâ
Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler. Kânûnî,
elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi.
Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp;
-Ağabey, ne oluyor, bu olanlar nedir ki?dedi.
O da;
-Efendim gördüğünüz, Hızır aleyhisselâm idi, dedi.
Bunun üzerine Kânûnî;
-O hâlde, bunu ne için, daha önce demediniz, bizi niye tanıştırmadınız?”
deyince,
Yahyâ Efendi;
-O kendini, tanıttı hükümdârım, lâkin siz tanımakta, geç kaldınız
hünkârım, buyurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

Nuşirevan'ın Adaleti
Hazreti Ömer ve Sa'd İbni Vakkas Hazretleri, İran'a at satmaya
gitmişlerdi. İran'a vardıkları zaman şehrin girişinde cirit oynayan bir
kısım genç görüp seyre daldılar. Bir ara yabancıların kendilerini
seyretmekte olduğunun farkına farkına varan gençlerden birisi yanlarına
gelip "Bedeviler" gibi sözlerle hakaret ettikten sonra, satmak için
getirdikleri ve üzerine bindikleri Arap atlarını ellerinden zorla
aldılar.

Hazreti Ömer ve Sa'd ibni Ebi Vakkas Hazretleri ticaret maksadıyla
geldikleri şehre meyüs ve mükedder vaziyette girdiler. Yanlarında
yiyecek bir şeyleri olmadığı gibi paraları da kalmamıştı. Aç susuz akşam
olmasını beklediler. Akşam olunca da bir hana vardılar. Kapıdan girer
girmez hancı, misafirlerin yabancı olduğunu ve üzüntülü olduklarını
anladı. Neden üzüntülü olduklarını sordu. Hazreti Ömer daha üzüntülü
görünüyordu. O hiç konuşmadı. İbni Vakkas Hazretleri ise başından
geçenleri hancıya dert yanarak anlattı. Hancı misafirlerini dinledikten
sonra:
- Siz kederlenmeyin, bizim hükümdarımız son derece âdildir. Ya
atlarınızı buldurur, yahut bedelini tazmin eder. Sizin anlattığınıza
göre elinizden atları alan hükümdarın kendi oğludur. Ama o mutlaka bu
meseleyi halleder, diyerek teselli verdikten sonra:
-Her sabah hükümdarımız pazar yerinde halkın önünden geçer ve halk ona
dert ve dileklerini bildirirler. O da ne icab ediyorsa hemen yapar. Siz
sabahleyin hemen pazar yerine gidin vaziyeti anlatın dedi.
Sabah, Hazreti Ömer ve arkadaşı pazar yerine çıkıp hükümdarı beklemeye
başladılar. Biraz sonra hükümdar yanında tercümanları olduğu halde
geldi. Herkes nesi varsa açık açık söylüyor o da gerekeni hemen orada
yapıyor veya yapılmasını emrediyordu. Sıra Hz. Ömer ve İbni Vakkas'a
geldi. Onlarda başlarından geçenleri anlattılar., atlarının bulunup geri
veilmesini dilediler.
Hükümdar bunları dinleyince yüzü çok asıldı ve üzüntülü olduğu her
halinden belli idi. Bir kese altın verdi ve atlarının da bulunacağını
söyledi. Hükümdar tercüman vasıtası ile konuşuyordu, tercüman ise atı
alanların hükümdarın oğlu olduğunu söylememişti. Hazreti Ömer ve Ebû
Vakkas Hazretleri yine akşam kaldıkları hana geldiler. Bu sefer
yanlarında paraları da vardı, karınları da toktu. Hancının parasını
verdiler, o gece de orada kalıp sabahleyin yola çıkmayı düşünüyorlardı.
Hancı ne olduğunu sordu. Onlar hükümdarla görüştüklerini ve atları
bulacağını söylediler, dedi.
Hancı birden öfkelendi ve :
-Demek kendi oğlu olduğu zaman iş değişiyor, dedi.
Sabah oldu bu sefer hükümdarın karşısına hancı çıkıp:
-Hükümdarım, suçu işleyen başkası olur ceza verirler de, sizin oğlunuz
olursa cezasız kalır öyle mi? dedi.
Nuşirevan bunu duyunca rengi değişti ve çok sinirli olduğu besbelli idi:

-At sahipleri yarın şehir terketsinler... Fakat biri şehrin kuzey, biri
güney kapısından çıksın dedi.
Sabah oldu ve atların değerinden fazla para verdi. Hazreti Ömer ve Ebû
Vakkas Hazretleri şehri terkediyorlardı. Bir de ne görsünler, şehrin bir
kapısına atı alan genç, diğer kapısına ise hükümdara yanlış bilgi veren
tercüman asılmışlar ve ölmüşler bile...
Fakat ne yazıktır ki, adaletiyle meşhur bu hükümdara iman nasip olmamış
ve Efendimiz (s.a.v.) imansız gittiklerine teessüf ettiği isimler
arasında bunu da symıştır.
Aradan zaman geçti, Hazreti Ömer Halife-i İslâm , Sa'd ibni Ebi Vakkas
ise Mısır valisi oldu. Mısır'i İslamlaştırma ameliyesinde bir de cami
yapılacaktı. Bu camiye en müsait yer ise bir yahudinin yeri idi. Mısır
valisi yahudinin yerine cami yapımına başladı. Yahudi çaresiz bir
şekilde düşünürken müslümanlardan bir zat:
-Nedir senin bu halin? diye sordu.
O:
-Bir evim vardı, başka bir şeyim yoktu. Vali şimdi oraya cami yapıyor.
Ben ne yapabilirim? Şimdi açıkta kaldım, dedi.
Müslüman ona:
-Sen git Medine'ye... Orada Halife Ömer vardır. Derdinei ona anlat.
Senin derdine mutlaka çare bulur, dedi.
Yahudi daha islamiyetin nasıl bir din olduğunu bilmiyordu. Medine'ye
vardı. Halife'yi sordu, bahçede olduğunu söylediler. Gitti Bahçeyi
buldu. Baktı ki, oarad bir adam çalışıyorYanına yaklaşıp:
-Ben Halife Ömer'le görüşmek istiyorum, dedi.
Ona göre hükümdarın tarlada ne işi vardı. Karşısındaki:
-Derdini anlat! Ömer benim, dedi.
Yahudi derdini anlatıp, bir çare bulunmasını söyleyince Hazreti Ömer,
öfkelibir şekilde , bir kemiğin üzerine bir şeyler yazıp adamın eline
verdi:
-Götür bunu valiye ver, dedi.
Yahudi bu yazışmadan pek bir şey anlamamıştı. Bundan bir şey çıkmaz,
diyordu kendi kendine...
Mısır'a gelip kemiği Sa'd ibni Ebi Vakkas'a verince, vali çok korkmuştu.
Hemen evi eskisinden daha güzel bir şekilde tamir etti ve yahudiye
verdi. Hemde memnun etmek için bir miktar yardımda bulundu. Hazreti
Ömer'in gönderdiği kemiğin üzerinde sadece şu iki kelime yazılı idi:
-Ben Nuşirevan'dan daha adilim!...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:46 pm

BİR ÇÂRE BULUR


İslâmiyete düşman olan hıristiyanların bâzıları, meşhûr Tatar hükümdârı
zâlim Hülâgu'nun yanına gelerek ve kendisine yaltaklanarak,
müslümanların mescidlerini yıkmasını, medreseleri dağıtmasını, ezânı ve
İslâmın sembolü olan şeyleri ortadan kaldırmasını söylediler. Kan
dökmekten, insanlara eziyet ve işkence etmekten zevk alan o meşhûr zâlim
de, mâcera uğruna çok müslüman kanı döktü. Âlimlerden ve diğer
müslümanlardan birçok kıymetli zâtı şehîd etti. Müslümanlar, bu zâlimler
karşısında âciz kalıp, ne yapacakları hakkında görüşmek üzere beş yüz
kadar âlim toplanıp, o zamandaki meşhur âlimlerden Şemseddîn Müsta'cel
bin Rıfâî hazretlerine geldiler ve bu fitneyi durdurmak için bir şeyler
yapmasını, bir çâre göstermesini, bu belânın üzerlerinden kaldırılması
için duâ etmesini istediler. O ise, kendisini buna lâyık görmeyip:

"Bu iş benim yapabileceğimin üstündedir. Ben de sizinle berâber geleyim.
Birlikte Tâcüddîn hazretlerinin yanına gidelim. O bir çâre bulur."
dedi.

Dediği gibi yaptılar. Tâcüddîn bin Rıfâî'ye, Hülâgu zâliminin
müslümanlara yaptığı zulmü anlatıp, bu belânın yakın zamanda,
kendilerine de ulaşacağından endişe ettiklerini bildirdiler. O da, o
beldede bulunan müslümanları toplayıp:

"Âlim olanlarınız ve olmayanlarınız bana yardım edin. Allahü teâlânın
izni ile bu kâfirin şerrinden bütün müslümanları kurtaralım." buyurdu.

Orada bulunan herkes, ne emrederse yapmaya hazır olduklarını
bildirdiler. O da hepsini toplayıp, bir gece, bulundukları beldenin
etrâfına genişçe bir hendek kazdılar. Hendeği odun ile doldurdular.
Ayrıca demir, bakır, kurşun ne buldularsa o hendeğe doldurdular ve
müdhiş bir ateş yaktılar. Tâcüddîn bin Rıfâî oraya gelip iki rekat namaz
kıldı. Orada bulunanlar da ikişer rekat namaz kıldılar ve duâ ettiler.
Bir saat kadar sonra Hülâgu'nun askerlerinden bir kısmı oraya geldi.
Allahü teâlânın hikmeti, Tâcüddîn bin Rıfâî'yi ve diğer müslümanları
göremediler. Ateşin yanına kadar geldiler. Tâcüddîn, emir verdi. Zulüm
askerlerinden yakaladıklarını ateşe attılar. Hiçbirisi bir karşılık
veremedi. Onların, hepsi silâhlı idi ve müslümanların hiç silâhları
yoktu.

Orada bulunan müslümanlar diyorlar ki:

"Onların hepsi silâhlı oldukları hâlde silâhlarını kullanamadılar. Biz
çok hayret ettik."

O beldede bulunan müslümanlar, Tâcüddîn hazretlerinin bereketi ve
kerâmetiyle böylece büyük bir belâdan kurtulup, selâmete kavuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

Altı ulülazm peygamberden ikincisidir. Tûfan'ı ile meşhurdur
NUH ALEYHİSSELÂM

İdris aleyhisselâmdan sonra gönderilen peygamberlerden. Allah
korkusundan dâima ağladığı için adına, çok ağlayan, inleyen mânâsına
gelen ''Nuh'' denilmiştir.İdris aleyhisselâm insanlara peygamber olarak
gönderilip onlara doğruyu gösterdikten sonra diri olarak göke
kaldırıldı. Onun göke kaldırılmasından sonra insanlar doğru yoldan
ayrıldılar. Onu çok sevenler ayrılık acısına dayanamadılar. Resmini
yapıp seyrettiler. Daha sonra gelenler, bu resimleri tanrı sandılar ve
çeşitli heykeller yaputperestpıp, tapmaya başladılar. Böylece insanlar
arasında lik meydana çıktı. İnsanlar putlara tapmaya başladıktan sonra,
gün geçtikçe aralarında, zulüm, zorbalık, fitne, ahlâksızlık gibi
kötülükler artıp yayıldı. Hazret-i Nuh, böyle bir cemiyet içinde
çocukluğundan beri doğru yolda bulunan, Allahü teâlâya ibâdet eden sâlih
bir kul idi. Sulama işleriyle, çiftçilikle, hayvan yetiştirmekle,
marangozluk ve ev inşasında çalışıyordu. Doğru yoldan ayrılmış olan
insanların kötülüklerinden de tamâmen uzak duruyordu. Elli yaşında iken,
Allahü teâlâ, onu insanlara peygamber olarak gönderdi. Kendi zamânında
yaşayan bütün insanlara peygamber olarak gönderilen Nuh
aleyhisselâm,ömrünü sonuna kadar insanları Allahü teâlâya iman etmeye,
o'nun emirlerine uymaya, dâvet edeceğine söz (misak) verdi. Ona yeni bir
din ve kitap verilmeyip, kendinden önceki peygamberlerin dinlerindeki
hükümleri dokuz yüz elli sene insanlara bildirdi, onları hidâyete
çağırdı. Peygamber olarak gönderildiği insanlar Kur'ân-ı kerimde; puta
tapan, günahkar, kötü ve kalpleri kararmış bir millet olarak
vasfedilmektedir. Kur'ân-ı kerimde meâlen; ''Muhakkak ki biz, Nuh'u
(aleyhisselâm) kavmine resûl olarak gönderdik'' (A'râf sûresi:59)
buyrulmaktadır.

Nuh aleyhisselâm kavmine kendilerine peygamber olarak gönderildiğini,
putlara tapmaktan, haksızlıktan ve zulümden vazgeçip, Allahü teâlâya
iman edip, o'nun emirlerine uymalarını bildirdi. Fakat zulüm ve
zorbalığa alışmış ve başkalarını tahakküm altına almak isteyen insanlar
inanmadılar ve ona düşman oldular. Nuh aleyhisselâm onlara nasihat
ederek: ''Ben size doğru yolu göstermek,zulmü kaldırıp, adâleti yaymak
için Allah tarafından gönderildim. Herkesin putlara tapmaktan vazgeçip
bir olan Allah'a ibâdet etmesini, kulluk yapmasını bildiriyordum''
dedi.Kavmiyse bu davete inanmayarak emirlerine uymamakla ve
sapıklıklarıda ısrar ediyordu. Çok az kimse imân etmişti. Fakat Nuh
aleyhisselâm tebliğ vazifesini yapıp, kavmini yılmadan, yorulmadan
devamlı sûrette Allah'a imân ve kulluk etmeye çağırıp, isyan ederlerse
azâba yakalanacaklarını bildiriyordu. Kavmi ise bu dâvete uymadıkları
gibi, Nuh aleyhisselâmı kendilerine doğruyu, hakkı anlatırken dinlememek
için elbiseleriyle başlarını kapatıyorlardı. Bir tarafdan da ona
inananlara zulüm ve işkence yapıyorlardı. Hazret-i Nuh'un dâveti, günden
güne uzaktan yakından duyuluyor, her yerde ondan bahsediliyordu. O'na
imân etmeyenlerse bundan endişe duyuyor ve düşmanlıklarını safha safha
artırıyorlardı. Nuh aleyhisselâm gittikçe azan kavmine ''Ben size zor ve
güç bir teklif yapmıyorum. Puta tapmaktan vazgeçip Allahü teâlâya
ibâdet ediniz. Sizlerin herbir grubu başka bir gruptan korkuyor zulüm
görüyorsunuz ve zulmediyorsunuz. Allah'tan korkunuz zulmedenlerden ve
mazlumlardan olmayınız.'' diyordu. Yılar sürüp gidiyor, Nuh aleyhisselâm
ise tebliğ vazifesini devamlı olarak yapıyordu. Çok az kimse imân
etmişti. Diğer insanlarsa iş sâhibi zorbalar, kötü işlerle uğraşan
kimseler veya düşkünlük içinde hayat süren zelil, esir ve muhtaç
kimselerdi. Her geçen gün daha bedbahtlaşan bu insanlar, bir türlü
fitne, fesat ve sapıklıktan el çekmiyorlardı. Nuh aleyhisselâm böylesine
düşmüş olan insanlara acıyor, şefkat ve sabırla onları kurtarmaya
çalışıyordu. Onlar ise bunu idrak edemeyip karşı çıkıyorlar, hazret-i
Nuh'u taşa tutuyorlar, onu şehirden kovuyorlar, evini harap ediyorlar,
sapıklıkla itham ediyorlardı. Bir türlü kötülüklerini anlayıp,
azgınlıktan vazgeçmiyorlardı. İsyanları sebebiyle Allahü teâlâ onlara
gadap etti. Senelerce yağmur yağdırmadı. Malları, hayvanları helak oldu.
Bağları bahçeleri kuruyup, servetleri kayboldu, nesilleri kesildi. Son
derece muhtaç ve fakir hâle düştüler. Onların bu hâli karşısında Nuh
aleyhisselâm; ''Ey kavmim başınıza gelen bunca belâlar günahlarınız
sebebiyledir. Putlara tapıp, Allah'a ibâdet etmekten kaçındığınız için
Allahü teâlâ size gadap etti. Bu sebeple yağmurlar kesildi. Büyük
sıkıntılara düştünüz. Ama Rabbinizden günahlarınızın bağışlanmasını
isteyin, sizi affedip üzerinize rahmet yağmuru göndersin. Size mallar ve
evlatlar ihsan ederek şmdat etsin. Nihâyet bir gün ölüp kabre
gireceksiniz. Rabbiniz sizi bir müddet kabirde beklettikten sonra
diriltecek ve amellerinizin cezâsını ve mükâfâtını verecek.'' diyerek
daha birçok husûsu iyice anlatıp onlara ehemmiyetle nasihat etti.
İsyandan vaz geçmezlerse daha ağır azaplara düşeceklerini bildirdi.

Nuh aleyhisselâm ve bildirdiklerine inanmayıp putlara tapmakla israr
eden azgın millet; ''Ey Nuh gerçekten bizimle çok mücâdele ettin, bunda
da çok ısrarla davrandın. Bu işe başladığın gündenberi bizi devamlı
olarak azapla korkutup durdun. Artık sözünde doğru isen şu azâbı getir
de görelim. Artık ne olacaksa olsun.'' diyerek onun nasihatlarını ve
dâvetlerini hiç kabul etmedikleri, Kur'ân-ı kerim'de Hûd sûresinde (ayet
32) bildirilmektedir. Nûh aleyhisselâm kavminin bu tutumu karşısında
aslâ yılmadan, tebliğ vazifesini devâm ettiği hâlde, onların bir türlü
imâna gelmeyeceklerini iyice anladı. Bunun üzerine meâlen şöyle duâ
ettiği Kur'ân-ı kerim'de bildirilmektedir: ''Nuh (aleyhisselâm) dedi ki:
''Ey Rabbim! yeryüzünde, hareket eden hiçbir kâfir bırakma! Eğer sen
onları bırakırsan, kullarını dalâlete, sapıklığa sürüklerler. Hem bundan
sonra onların çoluk çocuğu olmaz. Olsa bile çocukları fâcir ve küfürde
pek ileri kimseler olurlar. Ey Rabbim! beni, anamı, babamı, mümin olarak
evime girenleri, erkek, kadın bütün müminleri mağfiret eyle, bağışla,
zâlimlerin (kâfirlerin) ise ancak helâk ve hüsrânlarını arttır.'' (Nuh
sûresi:26-28) ve ''(Nuh aleyhisselâm duâ edip) dedi ki: Yâ Rabbi!
Gerçekten kavmim beni tekzip etti. Beni yalanladı. Artık benimle onların
arasındaki hükmü sen ver. Beni ve berâberimdeki müminleri kurtar.''
(Şuarâ sûresi:117-118) Nuh aleyhisselâmın bu duâsı üzerine, Kur'ân-ı
kerimde Allahü teâlânın ona meâlen şöyle vahy ettiği bildirilmektedir:
''Nuh'a vahy olundu ki; kavminden daha önce imân etmiş olanların dışında
hiç kimse imân etmeyecek. O hâlde sen, kavmin seni yalanladıkları için
ve sana ezâ verdikleri için mahzûn olma, kederlenme ki; onlardan intikam
alma vakti gelmiştir. Nezâretimiz altında ve vahy ettiğimiz,
bildirdiğimiz şekilde bir gemi yap! Zâlimler (kâfirler) hakkında bana
duâ etme. Zirâ onlar (suda) boğulacaklardır.'' (Hûd sûresi:36-37) Nuh
aleyhisselâm kendisine gönderilen vahiy üzer,ne hemen bir gemi yapmaya
başladı. Geminin yapılmasında Cebrâil aleyhisselâm, Allahü teâlânın emri
üzerine yardımcı oluyor ve nasıl yapılacağını târif ediyordu. Nuh
aleyhisselâm ve imân eden müminler de geminin yapılmasında çalıştılar.
Geminin inşâsını gören putperestler; ''Şimdi de marangozluğa mı
başladın?'' diyerek alay ediyorlardı. Hazret-i Nuh ise; ''Benimle alay
ediyorsunuz ama, rezil edici azâbın kime geleceğini ve kime sürekli
azâbın ineceğini göreceksiniz.'' diyordu. Nuh aleyhisselâm, yüzyılar
boyu insanları Allahü teâlâya imân etmeye çağırdığı hâlde insanların
imân etmemeleri sebebiyle helâk olmalarının yaklaştığı sırada son olarak
şöyle dedi. ''Ey insanlar! Ben size doğru yolu göstermek için Allah
tarafından görevlendirildim. Bir ömür boyu size nasihat ettim.
Dinlemediniz, benimle alay ettiniz, sabır ve tahammül gösterdim. Bana,
inananlara eziyet edip, incittiniz Allahü teâlâ yer yüzünü zulüm ve
küfürden temizleyecek. Geliniz, dâvetimi kabul ediniz. Câhillik
etmeyiniz Allahü teâlâya itâat ediniz. Ben sizin hayır ve iyiliğinizi
istiyorum. Siz bilmiyorsunuz ama, Allah'ın azâbı en kısa zamanda büyük
bir tufan şeklinde gelecek. Bildirdiklerime inanmayan herkes helâk
olacaktır. Şu yaptığım gemi, imân edenlerin binip kurtuluşa ereceği
gemidir. Allah'a imân etmeyen âsiler suda boğulacaktır. Kurtulmayı
isteyen imân etsin ve benimle yolcu olsun. Bu benim, herkesin duyması
gereken son sözümdür.''

Nuh aleyhisselâmın son olarak söylediği bu sözlerine de uymayan
insanlar; ''Ey Nuh, uzun yıllardan beri bu sözleri söylüyorsun. Şimdi de
kuru bir çöl ortasında büyük bir gemi yaptın. bizi tufanla
korkutuyorsun biz sana da söylediklerine de inanmıyoruz.'' dediler.
Nihâyet bir müddet sonra geminin yapımı tamamlandı. Hazret-i Nuh'un
yaptığı ve üç katlı olduğı rivâyet edilen bu geminin ateş yanarak kazanı
kaynayıp hareket ettiği (Buharlı bir gemi olduğu) Kur'ân-ı kerim'de
açıkça bildirilmektedir. Hûd sûresi, 40 âyet-i kerimesinde meâlen
buyruldu ki: ''Nihâyet helak etme emrimizin azâbımızın vakti geldiği,
tennûrun (fırının) taşıp fışkırdığı (yâhut gemi kazanının kaynadığı)
zaman biz Nuh'a şöyle emreyledik ki, kendisinden faydanılan hayvanların
her cinsinden erkek ve dişi birer çift hayvanı gemiye koy. Üzerlerine
boğulma emri takdir edilenler hâriç âile halkında bir de imân edenleri
gemiye yükle. zâten Nuh'a imân edenler pek az idi.'' Gemiye binecekler
hazır olunca hazret-i Nuh onlara, Allahü teâlânın ismiyle gemiye
binmelerini söyledi. Bütün müminler, o azgın kâfirlerin gözleri önünde
Hazret-i Nûh ile gemiye bindiler. Nitekim Kur'ân-ı kerim'de meâlen
buyruldu ki: ''Nuh (aleyhisselâm) gemiye bineceklere; ''Allahü teâlânın
ismiyle girin ki, geminin yürümesi ve durması Allahü teâlânın
irâdesiyledir. Benim Rabbim, müminleri mâğfiret edici ve merhametiyle
tufân belâsından kurtaracıdır.'' dedi.'' (Hûd sûresi:41) Yine Kur'ân-ı
kerim'de meâlen buyruldu ki: ''Ey Nuh sen ve berâberindekiler gemiye
yerleşince; ''Bizi zâlim (kâfir) milletten kurtaran Allah'a hamd olsun.
Rabbim, beni hareketli bir yere indir sen, indirenlerin en
hayırlısısın.'' de.'' (Mü'minin sûresi28-29) Nuh aleyhisselâm her
hayvandan birer çift alıp, imân edenlerle birlikte gemiye yerleştikten
sonra, gökten çok şiddetli bir yağmur yağmaya ve yerden de sular
fışkırmaya başladı ve her şey suya gark oldu. Sular dağları aştı. Gemi,
dağlar gibi dalgalar arasında kaldı. Nuh aleyhisselâm inanmayan
putperest kavim boğularak helak olup gitti. Bu tûfan hâdisesi Kur'ân-ı
kerim'de kamer sûresi 11 ve 12. âyette bildirilmektedir. Tûfan başladığı
sırada Nuh aleyhisselâm imân etmeyen oğlu Yâm'a (Kenan), imân edip
gemiye binmesini söyledi ise de oğlu; ''Dağa çıkar sudan kurtulurum.''
deyip binmedi. Bir dalga gelip onu da boğdu. Boğulanlar arasında
hazret-i Nuhûn hanımı da vardı. O da imân etmemişti. Tûfan altı ay devam
etti. Altı ay sonra Allahü teâlânın meâlen; Ey arz! Suyunu yut ve ey
gök suyunu tut.'' (Hûd sûresi 44) emriyle yağmur kesilip sular çekildi.
Nuh aleyhisselâmın gemisi Muharrem ayının onunda aşure günü Irak'ta Cûdi
Dağı üzerine oturdu. Bundan sonra insanlar Nuh aleyhisselâmın üç
oğlundan türedi. Bu bakımdan Nuh aleyhisselâma ikinci Âdem denildi. Nuh
aleyhisselâm bin yaşında vefât etti. Nuh aleyhisselâmın Sâm adlı
oğlundan Arap, Fars ve Rum kavmi, Hâm adlı oğlundan ise Hindistan, Habeş
ve Afrika halkı, diğer oğlu Yâfes'ten de Asyalılar ve Türkler meydana
geldi. Nihâyet insanlar zamanla çoğalıp, Asya'ya, Avrupa'ya,
Okyanusya'ya ve Berring (Behreng) Boğazından Amerika'ya geçerek bütün
yeryüzüne yayıldılar. Nuh aleyhisselâm Kur'ân-ı kerim'de şekür (çok
şükreden kul) sıfatıyla anılmış olup, birçok âyet-i kerimede ondan
bahsedilmektedir. Ayrıca Kur'ân-ı kerim'deki sûrelerden biri de Nuh
sûresi olup, bu sûrede Nuh aleyhisselâmdan bahsedilmektedir. Ülü'lazm
peygamberler arasında Neciyullah (Allahü teâlâya karşı devamlı olarak
teveccühte ve münâcaatta bulunup, ilâhi feyzleri alan) denilen Nuh
aleyhisselâm hakkında Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerde buyurdu ki:
''Melek-ül mevt (Azrail aleyhisselâm) Nuh'a (aleyhisselâm) geldiğinde
dedi ki: ''Ey Nuh ey peygamberlerin en büyüğü (en yaşlısı), ey uzun
ömürlü ve ey duâsı kabul olunan! Dünyâyı nasıl gördün?'' Nuh
(aleyhisselâm) dedi ki: ''Şüyle bir kimse gibi ki, kendisine iki kapısı
olan bir ev yapılmış da birinden girmiş diğerinden çıkmıştır.''

Mûcizeleri:

1-Nuh aleyhisselâmın kavminden bir fırka gelip, oturdukları beldedeki
büyük taşları toprak yapmasını istemişlerdi. Allahü teâlâ Cebrâil
aleyhisselâmı gönderip, ''Resûlüme söyle, o taşlara eliyle işâret
etsin.'' buyurdu. Nuh aleyhisselâm da buyrulduğu gibi yapıp eliyle
işâret edince, o beldede bulunan bütün taşlar birden toprak oldular.
Bunun üzerine on iki kişi imân etti.
2-Uzakta bulunan ve gözle görülemeyecek şeyleri görüp haber verirdi.
3-Susuz yerlerden su çıkarırdı.
4- İşâretiyle ağaçlar kökünden sökülüp başka yere geçerdi.
5- Duâsıyla kuru ağaçlar hemen meyve verirdi.
6- Duâsıyla bulutsuz olarak yağmur yağardı.
7- Kum, toprak, kil gibi şeyler, onun duâsıyla yiyecek maddeleri hâline
gelirdi. Gemisi Cûdi Dağının üzerine oturunca, insanlar açlıktan
kurtulmak için yiyecek isteklerinde duâ edince bir miktar toprak ve kum
yitecek hâline geldi ve bunu yediler.
8-İmân ederek gemisine girip tufandan kurtulan insanlar çok az olmasına
rağmen, onun duâsıyla çok kısa zamanda çoğalarak arttılar.
9-Eliyle yere diktiği bir ağaç fidanı o anda çeşitli renklerde meyve
verdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

NUH ALEYHİSSELÂM'IN GEMİSİ (2)

Nuh aleyhisselâm, Hazreti îdris'den sonra yer yüzündeki insanlara,
kendilerini irşad etmek üzere Allahü Teâlâ'nın gönderdiği büyük bir
peygamberdir. Hazreti Nuh'a ait haberler Kur'ân-ı Kerîm'in yirmi sekiz
yerinde zikredilmiştir ki, bunlardan birisi müstakil bir sûredir.

Allahü Teâlâ, bir hakikat olarak Nuh aleyhisselâmı kavmine bir Peygamber
olarak gönderdiği vakit o, kavmine:

— Ey kavmim! Allah'a ibadet edin!. O Allah ki, sizin için O'ndan başka
kendisine ibadet edecek, kullukta bulunacak hiç bir ilâh yoktur. Emin
olunuz ki, Allah'ı tanımadığınız takdirde üzerinize büyük bir günün
azabının gelmesinden korkuyorum, dedi.

Allah'ın Resulünün bu dâvetine karşılık, kavmin ileri gelenlerinden bir
güruh:

— Ey Nuh, her halde biz, seni çok açık bir sapıklık içinde görüyoruz,
dediler.

Hazreti Nuh da kendilerine:

— Ey kavmim! Bende bir sapıldık yoktur. Ancak ben âlemlerin Rabbi
tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Size Rabbimin haberlerini,
emirlerini tebliğ ediyorum. Size öğüt veririm ve sizin bilmediğiniz
şeyleri Allah'dan ilham olunduğu gibi bildiriyorum.

— Ey kavmim! Beni niçin yalanlarsınız? Yoksa içinizden sizi korkunç bir
âkibetten korumak, sizin de korunup rahmete erişmeniz için Rabbiniz
tarafından bir kimseye vahiy, peygamberlik gelmesine şaşar ve inanmaz
mısınız?.

Bu sözleri üzerine Nuh aleyhisselâmı yine yalanlamaya devam ettiler ve
dediler ki:

— Ey Nuh! Biz seni, ancak bizim gibi bir beşer görüyoruz. Sana uyanları
da ilk bakışta en rezillerimiz olan kimselerden ibaret görüyoruz. Sizin
bize fazla bir meziyet ve üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Belki biz sizi
yalancı sayıyoruz.

Nuh aleyhisselâm irşadına devam ederek:

— Ey kavmim! Açıkça söyleyin, eğer ben Rabbim tarafından verilmiş bir
delili hâiz isem ve bana, Rabbim kendisinden bir rahmet vermişti, size
onu görecek göz vermeyip kör olarak bırakmış ise, biz size onu görmek
istemediğiniz halde zorla kabul mü ettireceğiz zannediyorsunuz?. Hem ey
kavmim, ben bu irşadıma karşılık sizden bir mal da istemiyorum. Benim
ücretim ancak Allahü Teâlâ'ya aiddir. Ve ben, o iman edenleri kovucu da
değilim. Elbette onlar Rablerine kavuşacaklar. Fakat sizi de ben,
cahillik eden bir topluluk olarak görüyorum. Hem ey kavmim, ben bunları
kovarsam, bana kim yardım edip Allah'tan beni kurtarabilir? Bunu bir
defa düşünmez misiniz?. Ben size, ne Allah'ın hazineleri yanımdadır, ne
de gaybî bilirim demiyorum. Ben muhakkak meleğim de diyemem. Yine ben,
gözlerinizin hor gördüğü o kimseler hakkında «Allah onlara hiç bir hayır
vermez» de diyemem. Zira onların vicdanlarındaki îmanı en iyi bilen
Allahü Teâlâ'dır. Böyle halde bulunmuş olsam ben, şüphesiz haddini
aşanlardan olurum!, dedi.

Buna karşılık Nuh aleyhisselâmın kavmi:

— Ey Nuh! Sen bize karşı hakikaten husûmette bulundun. Bize husûmetini
fazlalaştırdın. Eğer sözünde doğru isen, bizi tehdid ededurduğun azabı
hemen bize getir, dediler.

Hazreti Nuh:

— Onu size, ben değil, dilerse Allahü Teâlâ getirecektir. Siz onu âciz
bırakacak değilsiniz. Ben size ne kadar öğüt vermek istedimse de, Allahü
Teâlâ sizi helak etmeyi murad etmişse benim nasihatim size hiç fayda
vermez, iyi biliniz ki, Allah Rabbinizdir, en sonunda çaresiz ona
döneceksiniz!, dedi.

Kâfirler:

— Ey Nuh! Yoksa o azabı sen mi uydurdun? diyorlardı. Hazreti Nuh da:

— Eğer ben uydurdumsa günahı bana aittir. Halbuki ben, sizin yüklemek
istediğiniz suçtan her halde uzak bulunuyorum, dedi.

Bunıın üzerine Nuh aleyhisselâma Hazreti Allah tarafından vahyolundu ki:


—- Kavminden şimdiye kadar îman edenlerden başka hiç birisi îman
etmeyecektir. Binaenaleyh işlemekte oldukları fenalıklardan dolayi sen
endişelenme de, bizim nezaretimiz altında ve vahyettîğimiz talimat
dairesinde gemi yap!. O zulmedenler hakkında şefaatçi de olma! Çünkü o
zalimler muhakkak batırılacaklardır.

Bu ilâhî emir üzerine Nuh aleyhisselâm gemiyi yapmaya başlamıştı. O bu
işle meşgul olurken kavminden her hangi bir imansızlar güruhu yanından
geçtikçe, kendisiyle alay ederler, «Hani peygamberim diyordun, işi
marangozluğa bozdun» diye eğlenirlerdi.

Hazreti Nuh da kendilerine:

— Siz benimle eğleniyorsunuz; sizin şimdi eğlendiğiniz gibi biz de
ilerde sizinle eğleneceğiz!. Kime perişan eden bir azâb gelecek ve daimî
bir azâb kimin başına inecektir, ilerde, görürsünüz! diye cevap
verirdi.

Nihayet Allahu Teâlâ'nın emri geldi ve gemi hareket edip yer yüzünden su
kaynayıp fışkırmaya başladığı zaman Allahu Teâlâ Nuh aleyhisselâma:

— Şimdi geminin içine her çift erkek ve dişiden iki tane, bir de
aleyhinde hüküm geçmiş bulunan oğlundan başka aileni ve îman edenleri
yükle! buyurdu. Bununla beraber Hazreti Nuh'a insanların pek azından
başka kısmı îman etmemişti.

O zaman Nuh aleyhisselâm gemiye binecek olanlara:

— Haydi mecrasında da, mersâsında da, Allah'ın ismini anarak gemiye
bininiz! Rabbim muhakkak Gafûr'dur, Rahîm'dir, dedi.,

Artık gemi, içindekilerle beraber dağlar gibi dalgalar içinde akıp
gidiyordu.

O sırada Hazreti Nuh, ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna da:

— Ey oğulcağızım, gel benimle bin! Kâfirlerle beraber olma! diye
seslendi. Oğlu:

— Beni sudan koruyacak bir dağa sığınacağım! diye cevap verdi. Hazreti
Nuh:

— Bugün Allah'ın emrinden koruyacak bir şey, rahmetinden baş-'ka yoktur!
dedi ve derhal âsî oğul dalga aralarına giriverdi. Böylece o da
boğulanlardan oldu.

Tufan tamam olunca Allahü Teâlâ tarafından:

— (Yere Ey arz suyunu yut!, (Göğe de: ) Ey semâ suyunu kes! emri
verildi. Ve su çekildi, emir de yerine getirildi. Gemi de Cûdî dağı
üzerine oturdu. O zalim kavme de «uzaklaşın!» denildi.

Nuh aleyhisselâm Rabbine nida ederek:

— Ey Rabbim! Oğlum tabiî benim âilemdendir. Hiç şüphesiz Senin va'din de
haktır. Ve sen hâkimlerin üzerinde isabetle hükmedersin! dedi.

Allahü Teâlâ:

— Ey Nuh! Kâfir oğlun senin ehlinden değildir. O, salih olmayan kötü iş
sahibidir. Binaenaleyh hakikatine ilmin erişmediği şeyi benden isteme!.
Ben seni câhillerden olmaktan men'ederim! buyurdu. Nuh aleyhisselâm:

— Rabbim! Hakikatini bilmediğim şeyi istemekten sana sığınırım!.
Allah'ım! Yoksa sen beni mağfiret etmez ve bana merhamet etmezsen, ben
dalâlete düşenlerden olurum! diye niyazda bulundu.

Bunun üzerine Allahü Teâlâ tarafından:

— Ey Nuh, bizden sana ve mâiyetindekilerden üreyecek bir çok Ümmetlere
selâm ve bir çok bereket ile gemiden in!.. Bir çok ümmetleri de ilerde
dünyâ malıyla faydalandıracağız da sonra küfürleri sebebiyle onlara
tarafımızdan elem verici bir azab dokunacaktır! buyuruldu.

Kırk yaşında Allah Elçiliği vazifesini yüklenen Nuh aleyhisselâm, kavmi
içerisinde bu mukaddes vazifesini tufan hadisesine kadar tam dokuz yüz
elli sene devam ettirdi.


(Hûd, Nuh ve A'râf Sûreleri)
1) Peygamberler Tarihi, İhlas Yayınları
2) Büyük Dini Hikayeler, Osmanlı Yayınevi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

NUAYMAN'IN ŞAKASI
Semerkand
Bedevînin biri, Peygamber Aleyhisselâm'ı ziyarete gelmiş, mescid
avlusunda devesini çöktürdükten sonra içeriye girmişti. Ashabdan
birileri de, çok şakacı bir kişi olan Nuayman İbn-i Amr (R.A.)'a latife
olsun diye şöyle bir teklifte bulundu:

- Sen şu deveyi kesiversen de onu yesek! Çünkü gerçekten et yemeyi çok
özledik. Nasılsa Rasulullah Aleyhisselâm onun bedelini öder.

Nuayman da kalkıp deveyi kesiverdi! Adamcağız dışarı çıkınca, devesinin
kesildiğini gördü ve feryadı bastı:

- Eyvah, devem kesilmiş!

Nebi Aleyhisselâm da dışarı çıktı ve sordu:

- Kim yaptı bu işi?

- Nuayman yaptı, dediler.

Peygamber Aleyhisselâm, Nuayman'ın peşine düşerek onu aramaya başladı.
Nihayet bir evde saklandığını öğrendi.

Nuayman bir hendeğin içinde gizlenmiş, üstüne hurma dalları ve
yaprakları örtmüştü.

Adamın biri, onun saklandığı yere doğru işaret ederek, yüksek sesle
şöyle bağırıyordu:

- Ben onu görmedim, ya Rasulallah!

Rasulullah (A.S.) onu buldu, tutup hendekten çıkardı. Bulaşan toz ve
topraktan yüzünün rengi değişmişti. Sordu ona:

- Bu yaptığını sana yaptıran nedir?

Nuayman boynunu büktü:

- Benim yerimi sana gösterenler var ya, ey Allah'ın Rasulü! İşte onlar
bu işi bana yaptırdılar.

Allah Rasulü Aleyhisselâm, bir yandan şakacı Nuayman'ın yüzündeki
tozları siliyor, bir yandan da gülüyordu. Sonra deve sahibini çağırarak
devesinin bedelini ödedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

Ne Olaydı da Müslüman Olup...


Abdüllah ibni Abbâs (r.a) anlatıyor;
Bu ümmetden bir tâife sırat üzerinde hapis olunur. Hâlbuki, Muhammed
Mustafâ (s.a.v.) hazretleri, bütün Peygamberlerden önce Cennete dâhil
olur. Ümmeti de, bütün ümmetlerden önce Cennete dâhil olur. Resûlullah
(s.a.v.) Cennete girdikden sonra, Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri,
sıratda kalan tâifenin Cehennemden tarafa gönderilmesini ve Mâlik'e
teslîmini emr eder.

Mâlik, onları görünce,
- Yâ eşkiyâ cemâ'ati, siz kimsiniz ve kimin ümmetindensiniz. Cehenneme
girenlerin son bulduğunu işitmişdim. Cehennem ehlinin hepsi bana, bağlı
ve zincire vurulmuş hâlde ve yüzleri üzerine sürünüp ve yüzleri kara,
gözleri göğermiş hâlde gelirler. Ammâ, sizin elleriniz bağlı değil ve
zincire vurulmamışsınız. Yüzleriniz kararmamış. Gözleriniz göğermemiş.
Ayaklarınız üzerine yürürsünüz; kimsiniz, der.

Onlar, derler ki,
-Yâ Mâlik bunu bize sorma. Zîrâ biz, muhakkak sana bunu haber vermeğe
hayâ ederiz. Velâkin biz; Kur'ân-ı kerîme uyan, Ramezân ayında oruc
tutan, hacca giden, cihâda giden, zekât veren,vyetîmlere ikrâm eden,
cünüb olunca gusl eden, beş vakt nemâz kılıcılardanız.

Mâlik der ki,
-Ey mahşer eşkiyâsı! Allahü teâlâ Kur'ân-ı azîmde sizi ma'siyyetden men'
etmedi mi.

Onlar derler ki,
-Yâ Mâlik, bize tevbîh etme. Şimdi Allahü teâlânın tevbîhinden ve
süâlinden kurtulduk.

Sonra onlar bu hâlde iken, Arş tarafından bir nidâ edici, şiddetli nidâ
eder ve der ki,
- Yâ Mâlik, onları Cehennemin üst tabakasına dâhil et.

Hâlbuki onlar, Cehennemin kenârında dururlar.
Mâlik der ki,
-Yâ mahşer eşkiyâsı! Şübhesiz söyleneni işitdiniz. Fehm etdiniz.
- Evet işitdik, lâkin bize mühlet ver. Bir sâat nefslerimiz üzerine
ağlıyalım, derler.
-Benim size mühlet vermeğe izn yokdur.
Mâlike Arş tarafından nidâ gelir ki,
- Yâ Mâlik, terk et onları, nefsleri üzerine ağlasınlar.
Sonra nefsleri üzerine ağlamağa başlarlar. Derler ki,
-Biz Cehennemde nasıl sabr edelim. Biz güneşin harâretine sabr
edemezdik. Katran elbisesi giymeğe nasıl sabr edelim. Biz yumuşak
elbiseler giymeyi tercih ederdik. Zakkum yimeğe ve hamîm içmeğe nasıl
sabr edelim. Biz hep güzel yemekler yir, soğuk içecekler içerdik.
Bunlar böyle ağlarlar iken, Arş tarafından bir nidâ gelir.
-Yâ Mâlik! Bunları Cehennemin birinci tabakasına gönder.
Sonra onların yanına şiddetli melekler gelir. Onlar, kalb olmadığı için
acıması olmıyan zebânîlerdir. Herbir insana bir zebânî yapışır. O
sırada, hepsi seslerini yükseltirler ve derler ki,
- Yâ Muhammed, Yâ Ebel Kâsım, Yâ Ebel Erâmil velyetâmâ. Yâ Fahrel
kıyâmeh. Yâ Fâtihal bâb. Yâ nârın kapısını ümmetine kapayan! Yâ ümmetine
şefâ'at eden. Biz ümmetinin za'îfleriyiz. Cehennemin ateşine
dayanamayız. Şefâ'atin ile bize imdâd et. (Yâ Mâlik, biz ümmet-i
Muhammeddeniz.
Sonra Mâlik hazretleri Cennetden tarafa döner. Ellerini kulaklarına
koyar. Müezzinler gibi yüksek ses ile nidâ eder ki:
- Yâ Muhammed! Muhakkak sen, Cennetde ni'metler içindesin. Senin za'îf
ümmetlerin Nârda feryâd ederler. Onların feryâdına yetiş. Zîrâ
za'îfdirler. Cehennemin harâretine sabrları yokdur.
O hâlde, Muhammed (s.a.v.)hazretlerine haber gelir. Hemen tahtından
sıçrayıp ve Buraka biner ve buyurur,
-Yâ Burak, çabuk ol ki, ümmetim za'îfdirler, Cehennemin harâretine sabr
edemezler.
Burak da ayaklarını kaldırıp, Cehennemin kenârına koyar. Muhammed
(s.a.v.) hazretleri onların seslerini işitdiği vakt, ağlarlar. Sonra
Muhammed aleyhisselâm Arşın kenârına erişir. Allahü tebâreke ve teâlâ
hazretlerine secdeye varır. Ve şefâ'at eder. Allahü teâlâ ve tekaddes
onların hakkındaki şefâ'atini kabûl eder. Resûlullah (s.a.v.)
hazretlerinin şefâ'ati ile Cehennemden kurtulurlar. O vakt, kâfir
oldukları hâlde, ehl-i nâr temennî ederler; ne olaydı, müslimân olup,
Ümmet-i Muhammedden olaydık. Allahü teâlâ hazretlerinin kavl-i şerîfi
buna işâretdir ki, [Hicr sûresi 2.ci âyetinde; meâlen] (Kâfirlerden,
müslimân olmağı temennî etmiyen çok az kimse vardır!) buyurulmuşdur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

Niçin Evlenmiyor

Râbia-tül Adeviyye,
-Niçin evlenmiyorsun?" diye ısrâr edenlere şöyle söyledi:
-Benim üç büyük derdim var. Bunların sıkıntısından kolayca kurtulmamı
garanti ederseniz, o zaman evlenirim.
Birincisi, acabâ son nefesimde îmânımı kurtarabilecek miyim?
İkincisi, Kıyâmet gününde amel defterimi sağ tarafımdan mı, yoksa sol
tarafımdan mı verecekler?
Üçüncüsü, herkesin hesâbı görüldükten sonra bir grup Cehennem'e ve bir
grup Cennet'e giderken, acabâ ben hangi grupta bulunacağım? dedi.
O kimseler;
-Biz bu suâllerin cevâbı olarak size bir şey söylemekten âciziz"
dediler.
-O halde önümde böyle dehşetli günler varken ve bu günlere hazırlanmak
elbette lâzım iken, evlenmeyi nasıl düşünebilirim? buyurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:47 pm

NİÇİN AĞIZLARI KAPALI?
Şeyh Necmüddin Ali (k.s.) hazretleri anlatıyor:

'Zaman zaman ziyaretime gelen bir kadın vardı. Basîreti (kalp gözü) açık
bir hâtundu. Yine bir gün ziyâretime gelmişti. O sıralar elim biraz
dardı ve o da bu hâlimi biliyordu. Evimde bir-iki göz ambar vardı. Eğer
Allah Teâlâ, hubûbattan arpa-buğday gibi bir şey verirse o ambarlara
koyardım. Şimdi ise onlar boştu. Kullanılacakları zamana kadar temizce
dursunlar diye ağızlarını kapatmıştım. O kadın içlerinde bir şey var
zannetti ve bana dedi ki:

' Mâdem ki elin dar, niçin şu ambarların içindekilerden azık
edinmiyorsun?

' Boş onlar, dedim.

' O halde, dedi, niçin ağızlarını kapalı tutuyorsun?

' Temiz dursun diye...

Kalktı, onların kapaklarını açtı ve şöyle dedi:

' Bunlar, ağızları kapalı oldukları için boştur. Eğer ağızları açılsa,
onlar da aç ve açık olan ağız gibi olurlar. Hak Teâlâ aç ve açık olan
ağızın rızkını gönderir. İhtiyaç vakti gelince, her şeyin rızkını yine
kendisine münâsip bir şeyden eriştirir.

O kadın bu işi yapınca, çok geçmeden Allah (c.c.) o ambarlara o kadar
buğday gönderdi ki, bölmelerin hepsi doldu taştı.' (Abdurrahman Câmi
k.s., Nefehâtü'l-Üns, Terc. Lâmiî Çelebi, v. 1532)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:48 pm

Nereden ve Nasıl Aldın?
Hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' hazretlerinin bir kölesi vardı.
Ömrünün sonlarında her akşam iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdet-i
şerîfleri öyle idi ki, nereden ve nasıl aldığını, kimden satın aldığını,
onun san'atı ve mesleği ne olduğunu o köleden sormayınca o yemekden bir
lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir gece yine yemek getirdi. Ebû Bekr-i
Sıddîk 'r.a.' süâl etmeden, mubârek elini uzatıp, bir lokma yemekden
aldılar.
Köle dedi ki:
- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzatdınız.
Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup,
buyurdu:
- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl
başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam yemeği nereden getirdin.

Köle dedi ki:
- Câhiliyye vaktinde, raks ve oyun oynardım. Bir gruba raks etdim.
Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yokdur. Va'd
etmişlerdi ki, elimize birşey geçdikde sana iyilik ederiz. Ben bugün
gördüm ki, onların elleri doludur. Ben va'dlerini hâtırlatdım. Yiyeceği
bana verdiler.
Ebû Bekr-i Sıddîk 'r.a.' bunu işitdi. Çok üzüldü. Ağladı. Yemeği önünden
atdı. Parmağını boğazına o kadar sokdu ki, kay' etdi. O lokma karnından
dışarı geldi. Kendine eziyyet verdi. Mubârek yüzü göğerdi ve karardı.
Mubârek yüzünün şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içmesini
ve bu üzüntüden halâs olacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçdi,
bir kerre dahâ kay' etdi. Rahâtsız oldu. İnceledi ki, karnında bir şey
kalmadı.
Dediler ki,
- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı
mıdır. Buyurdu ki, evet. Resûlullah 's.a.v.' hazretlerinden işitdim.
Buyurdular ki,
- Allahü tebâreke ve teâlâ hazretleri, yidiği harâm olan kimselere
Cenneti harâm etmişdir.
Sonra başını yukarı kaldırıp,
- Yâ ilâhel âlemîn! Yidiğim lokma için elimden geleni yapdım. O
lokmaları kay' etdim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et.
Bu za'îf kulun, Cehennem azâbına dayanamam diye, düâ buyurdu.

Bu o Ebû Bekrdir ki, Resûlullah 's.a.v.' hazretleri, (Ebû Bekr benim
gözüm ve kulağım gibidir) buyurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:48 pm

ZEKERİYYA ALEYHİSSELÂM NEDEN YEMEĞE DÂVET ETMEDİ?
Zekeriyya (a.s.) son derece cömerti ve kendi el emeği ile maişetini
temin ederdi. Bir keresinde bir inşaat işinde çalışıyordu. Çalışma
arasında, ancak kendisine yetecek kadar ekmek getirdiler.

Zekeriyya (a.s.) kendisine verilen ekmeği yerken, yanına başkaları da
geldi. Zekeriyya (a.s.) onları yemeğe dâvet etmedi. Onun cömertliğini
bildikleri için, gelenler, bu tutuma şaştılar. Zekeriyya (a.s.) ekmeğini
bitirdikten sonra, şu açıklamayı yaptı:

'Ben burada gündelikle çalışıyorum. Bana düşen işi gereği gibi
yapabilmem için, bu ekmeği verdiler. Aldığım ekmeği hep beraber yesek,
size de bana da yetmeyecek. Ve ben, verimli şekilde çalışamayacağım. İş
sahiplerinin hakkı üzerimde kalacak. İşte bunun için sizi yemeğime dâvet
etmedim.'

Hakperest bir insan, Allah Teâlâ'nın bahşettiği nûr ile, böyle ince
düşünür. Yemeğe dâvet bir fazilet ise, işinde gereği gibi çalışmak da
bir farzdır. İşinde zayıflık, farzda noksanlık iken, dâveti terk etmek
fazilette noksanlıktır.

Farzın yanında faziletin hükmü kalmaz. Zira, 'Def'-i mazârrat, celb-i
nef'a râcihtir.'
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:48 pm

Nasıl bir Hızır bekliyordun?

Akşehir Kaymakamı Ahmed Ağa'ya:
- Ahmed Ağa, demiş siz hep görüşüyorsunuz, bir de bana göster Hızır
Aleyhisselâmı!..
Ahmed Ağa, Kaymakamın talebine yuvarlak çerçeveli bir cevap vermiş:
- Oğlum, nasibse görürsünüz inşallah! demiş.


Ahmed Ağa'nın hayranlarından olan Kaymakam, bir Ramazan günü, iftara
yakın, iftar sofrasına oturmuşlar, ailecek iftar topunu bekliyorlar...
Kaymakam sigara tiryakisiymiş. Kaymakam tiryakiliğin verdiği ruh
haliyetiyle beklerken, kapısı üç kez çalınmış. Çıkmış bakmış Kaymakam,
kapıda bir adam:
-Biseciii! Bise alırmısınız efendiii?
Arkasında da bir deve, geviş getiriyor geve geve.
Ne desin Kaymakam?
- Ne bisesi be adam? Biseyi ne yapayım ben?
- Peki efendi kızma! Bizden sorması, sanki ısmarlamış gibiydiniz de...
Hadi iftar-ı şerifler hayrolsun! demiş, çekmiş devesinin yularını:
- Biseciii! Bise alan, katran alan...
Kaymakam kapıyı kapatıp da sofraya dönerken, mırıldanıp kendi kendine
içinden: Allah Allaaah! Bu saatte bise mi satılır be adam? Mübarek iftar
vakti... Fesûbhanallah! çekmiş.

Bir müddet sonra tekrar Ladik'e gittiği zaman:
- Aşk olsun Ahmed Ağa, bize Hızır Aleyhisselâmı daha göstermeyecen mi
Hacı Babam? diye sitem etmeye kalkınca, Ahmed Ağa:
- Size de aşk olsun hay guzum! Kapınıza gelen Hızır'ı kovarsınız, ondan
sonra da gelir bize sitem yaparsınız! demiş.
Kaymakam şaşkınlık içinde:
- Ne demek o? Ne zaman geldi Hacı Babam? diye sorunca, Ahmed Ağa:
- Ramazanın son günlerinde, siz sofrada beklerken kapınıza bir Biseci
geldi mi?
- Geldi?
- Devesinin semerindeki katran küplerine dikkat ettin mi, semere bağlı
mıydı, değil miydi?
- Ben bu tiryaki kafasıyla nerden dikkat edecem ona Hacı Babam?
- İçeceksen sen iç cigarayı oğlum! Cigara seni içmesin!... Hem sen nasıl
bir Hızır bekliyordun? Yakası kartlı, kravatlı birini mi bekliyordun?
Kolalı gömlekli, ütülü pantolonlu birini mi bekliyordun? Neyse... Gördün
işte gayrı... Görmedim diyemezsin! Kaçırdın ammaa, gördün işte yine
de... demiş ve teselli etmiş Kaymakamı, Ahmed Ağa, ama.... Kaymakam epey
eyvah çekmiş tabiii..

Çölde Bir Mehmetçik


Ladikli Hacı Ahmed Ağa, 1389 Seferberliğinde cepheye gitti. Pınar,
Losfaki, Çatalca, Vokestin, Dökme Meydan Muharebelerine katılarak
kahramanca çarpıştı. Daha sonra; Makedonya'da, Yunanistan, Arnavutluk ve
Bulgaristan'da çeşitli cephelere katılan Ahmed Ağa, cepheden cepheye
koştu.

Hacı Ahmed Ağa anlatıyor:


"-Şimdiki yahudilerin yerleştiği Gazze şehri civarında, İngilizlerle
harp ederken mensup olduğum birlik İngilizler'ce pusuya düşürülmüş,
birliğin tamamı makinalı tüfeklerle taranıp bir kısmı öldürülmüş bir
kısmı da yaralanmıştı. Ben de vurularak çöle düştüm. Yanımdaki
arkadaşlar da peş peşe vurularak üzerime düşerek şehid oldular. Bunların
arasında sıcaktan kavrulan kumların üzerinde, son derece susuzluktan
yanıyor, bir taraftan da yaralarım sızlıyordu. Artık Mevla'ma yönelmiş,
O'na kavuşma anımı bekliyordum. Bulunduğumuz mevki; Esas birliğimize üç
günlük yol, bu arada hiçbir canlı yok. Yardım ve kurtuluş ümidi
kalmamıştı. Tam bu sıralarda; Nihayetsiz kerem sahibinin Kudret ve Vefa
eli bize erişti...

Tam çaresizlik içerisinde, sıcak kumlar üzerinde susuzluktan kavrulan
bedenim al kanlar içinde mecalsiz, yaralarım sızlarken, Güneş’in vurduğu
yerden bir beyaz atlı belirdi, bize doğru geliyordu. Düşman zannı ile
korkumdan kendimi ölüler arasında, ölmüş gibi göstererek yere yatmıştım.

Atlı bize yaklaştı ve bana..:
-Esselamüaleyküm..! Ahmet ne oldu yaralandın mı? Kalk bakalım..!
Diyerek ismimi söyleyince korkum kalmadı, başımı kaldırdım baktım..
-Kalkmaya mecalim yok.. dedim.
Attan inip yanıma geldi, beni sıkıştıran şehid arkadaşlarımı üzerimden
birer birer çekti. Susuzluktan yanıyordum.
-Sana su vereyim mi? Deyip, su dolu bir matara verdi.
Susuzluktan yanan bağrıma, o Vefa elinin verdiği; hayat ve aşk bahşeden
şifa suyunu içtim... kana kana..!


Mubarek Zat; Ellerini sızlayan yaralar üzerinde gezdirirken, sızılarım
duruyor taze hayat buluyordum. İşte o su, beni başka bir aleme götürdü.
Bana ne oldu ise; Rahman’ın Vefa elinden içtiğim o hayat ve aşk bahşeden
sudan sonra oldu.!

Sonra beni kaldırıp atının terkisine aldı. En yakın, üç günlük yoldaki
genel karargaha götürdü. Bu yolu nasıl, ne zaman geldiğimizi bilemedim.
Karargahın yakınına atının terkisinden beni indirdi. Bir değneğe kırmızı
bir bez bağlayıp askerlere salladı. Ayrılacağımız zaman beni getiren bu
Zat’a..:

-Efendim sizi bir daha görecek miyim? dedim.

Mubarek Zat bana..:
-Ahmet Ağa; Eğer sen Hak rızası için yaşarsan her zaman seninle
beraberiz. Yok öyle yaşamazsan, bu son görüşmemiz... dedi ve ilave
etti..:
-Askerler gelip seni alınca sana inanmazlar. Onlara beni nöbetçi subaya
götürün, dersin.
Hadiseyi nöbetçi subayına anlat, benim de selamımı söyle..! dedi ve
kayboldu.

Askerler bir sedyeyle gelip beni aldılar. Beni götürürlerken parola
soruyorlardı; fakat ben cevap veremiyordum. Birliğimi söyledim bana
inanmadılar..:

-O birlik vurulup yok edilmiş. Hem sen kurtulduysan, senin söylediğin
birlik buraya 3 günlük yol. Nasıl geldin? Sen yalan söylüyorsun!
dediler.
Ben de :
-Siz beni nöbetçi subayına götürün.. dedim. Askerler beni nöbetçi
subayına götürdüler.

Nöbetçi subayı, ehli hal, aşık bir kimseymiş. Ben nöbetçi subayına;
Birliğimizin başına gelenleri, yaralanıp düştüğümü, beni kurtaran
Adam’ın gelişini ve durumunu anlatırken subay heyecanlanıyordu,
kendisine...:

-Beni kurtaran kimsenin size selamı var..! deyince..
Subay hemen altındaki sandalyeyi bana verdi, bana hürmet etmeye başladı
ve ..:
-Nasıl oldu, bir daha anlat..!

Diyerek üç kere tekrar ettirdi. Her tekrar edişinde heyecanı daha da
artıyordu. Hemen beni tedaviye alıp yaralarımı sardılar. Yaramı saran
doktor işin farkına varmış, bana inanmayanlara:

-Sizin burnunuz koku almıyor mu? Şimdiye kadar hiçbir askerde böyle bir
koku duydunuz mu? Şu hastanın kokusuna bakın, mis gibi kokuyor... dedi.

Ben hastanede bulunduğum müddet içerisinde, Hocam bir iki defa ve bana :

-Ahmed, terhis olup memleketine gittiğinde, ben yine gelip seni
bulacağım, merak etme!.. dedi, gitti.

Elhamdulillah iyileşip taburcu oldum. Çok sürmedi bizi terhis ettiller,
artık memleketim olan Ladik’e gelmiştim.

İşte Hocamın bana çölde yaralı iken gelip kurtardığı sırada verip
içirdiği, bana hayat bahşeden o sudan sonra bende bir aşk başladı. Aşk
ateşi beni günden güne benim sinemi yakmaya ve beni dağlara, ıssız
yerlere sürüklemeye başladı. Evde duramaz oldum, derdimi de kimseye
anlatamıyordum.
Yine bir gün sıkıntımdan, üzüntü ve kederimden ne yaptığımı, ne
yapacağımı bilmez bir halde iken, Aşk’ın galebesi ile dağlara çıkıp
gittim.

Bir kış günü idi, her taraf kar kaplı. Bir de baktım ki, onbir tane kurt
arkama düştüler. Durumlarından aç oldukları belli idi. Korkup olduğum
yerde durdum, onlar da durdular.
-Yaa Rab..! Sen muhafaza eyle.! Diyerek , Rabbıma niyaz ettim.

Hayvanlar ağızlarını kaldırarak hep birden öyle bir uludular ki;
Vücudumun bütün kılları , adeta elbisemden dışarı çıkmıştı. Tam o
sırada, semadan kurtların üzerine beyaz, koyun kuyruğu şeklinde birşey
indi. Hemen kapışıp yediler ve birazını bırakıp gittiler.
Onlar gittikten sonra, o şeyin düştüğü yere varıp;
Acaba bir parça kalmış mı? Diye bakarken ufacık bir parça buldum.
Hakikaten kuyruk şeklinde beyaz ve yumuşak bir şeydi. Bu parçayı aldım
yedim. Günlerce açlık hissetmedim..!


İşte böyle günler aylar geçiyor. Hep gözlerim yolları gözlüyor. O’nu
bekliyorum ;çünkü;
-Geleceğim... demişti.
Gönlümdeki yangın ateşi arttıkça, lisanım gönlümdeki feryadı dışarıya
döküyordu...
Tam oniki sene geçmişti aradan. Nihayet bir gün Elhamdülillah, Hocam
teşrif edip göründüler, artık dünyalar benim oldu.

İşte o günden sonra, hemen hemen hergün uğrar, lüzum eden ders ve
malümatı verirdi. Zaman geldi artık beni alır, kendisi ile beraber
manevi toplantılara götürürdü. Kendisi gelmediği zaman, manevi telefonla
haberleşir, emredilen yere saatinden önce varırdım. Daima böyle
saatinden önce vardığım için de, üstadım beni çok sever memnun olurdu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:48 pm

Namusa Saldıran Erkeğin Cezası

Hüzeyl kabilesinden Medineli Hamele, devesine binmiş, kırda gidiyordu.
İlerideki vahada koyunlarını otlatan Raşid’in kızı Es’ile’yi gördü.
Es’ile, koyunları sürerken rüzgâr yüzündeki örtüyü sıyırmış, onun sahip
olduğu fıtrî güzelliği gören Hamele, fikrini bozmaya niyet etmişti.

Sürüye yaklaşınca devesini çökertip dizlerinden bağladı, yalnız bulunan
Es’ile’ye seslendi:

– Es’ile, beni reddetme. Seninle beraber olalım.

Es’ile’nin cevabı makuldü:

– Buradan derhal uzaklaş. İyi niyet sahibi isen babama müracaat et. Beni
eş olarak iste. O seni reddetmez.

Fakat Hamele’de iyi niyet yoktu. Sadece geçici ve zevkli bir macera
yaşamayı düşünüyordu. Es’ile’ye doğru yürüdü. Es’ile, başka çıkış yolu
kalmadığını anlayınca bütün cesaret ve hiddetini toplayarak namusunu
savunmaya karar verdi. Kapışmada çok sürmeden Hamele’yi yere yatıran
Es’ile:

– Def olup gidecek misin, yoksa başını parçalayayım mı? dedi.

Hamele söz verdi. Hemen def olup gideceğini söyledi. Ne yazık ki
yatırıldığı yerden kalkar kalkmaz hücumunu tekrarladı. Es’ile yine bir
hamlede onu yere yatırdı. Hareketsiz hale getirerek teklifini
tekrarladı.

– Buradan def olup gidecek misin, yoksa şu taşla başını parçalayayım mı?


Bu zor karşısında kesin söz veren Hamele, yine yakasını sıyırdı. Ne
yazık ki, sözünde bu sefer de durmadı, yalnız bulduğu Es’ile’ye hücumunu
tekrarladı. Es’ile güçlü ve hiddetliydi. Onu yere yıkıp göğsü üzerine
çöktü. Başına yanındaki büyük bir taş parçasıyla öylesine vuruşlar vurdu
ki, mütecaviz Hamele, artık yerinden kalkamaz, kalksa bile hücumunu
tekrar edemez hale geldi.

Bundan sonra koyunlarını sürerek oradan uzaklaşan Es’ile, böylece
şerefini korumuş, namusuna leke kondurmamıştı. Az sonra oradan geçen bir
yolcu kafilesindeki Hüzeylliler Hamele’yi tanıdılar.

– Ne oldu sana böyle Hamele? dediler. Hamele:

– Sormayın, devem beni yere attı, düşünce böyle oldum, dedi.

– Deven burada dizlerinden bağlı, şu taşta da kan var, ayrıca başında da
taşın açtığı yaralar görünüyor, deyince kızardı:

– Ne diyorsam öyle, daha ne inceliyorsunuz, beni deveme bindirip evime
götürün, dedi.

Hamele’yi evine götürdüler. Birkaç gün yattıktan sonra iyi olma ümitleri
kaybolmaya başladı. Kendisine sordular:

– Başına bu durum sebebiyle ölüm gelecek olursa kimi dava edelim, kan
diyetini kimden isteyelim?

Titrek sesle açıkladı:

– Kanımdan, Es’ile’den başkası sorumlu değildir. Bu cümle, Hamele’nin
son sözleriydi. Başı yana düşüverdi.

Hüzeyl ileri gelenleri toplanıp Resûlüllah’a geldiler:

– Oğlumuz Hamele’nin kanını, Raşid ödeyecektir. Dava ediyoruz.

Resûlüllah Hazretleri Raşid’i çağırttı.

Raşid’in asıl adı Zalim’di. Resûlüllah, İslâm’a girince Zalim ismini
Raşid olarak değiştirmişti. Durumu anlayan Raşid:

– Benim öyle bir ölümden haberim yok. Ne gördüm, ne de işittim, deyince:


– Ya Resûlâllah, Raşid’in kendi değil, kızı Es’ile’dir katil, dediler.

Az sonra Es’ile yakalanarak getirildi.

– Es’ile, bak senin Hamele’yi öldürdüğünü iddia ediyorlar, ne dersin?

Es’ile dalgın, aynı zamanda tereddütlü idi. Sadece:

– Hiç kadın erkeği öldürebilir mi? diyebildi.

Ancak bu sözün gerçek bir müdafaa olmadığını hemen anladı. Sonra vahiy
gelerek Allah’ın Resûlü’ne olayı haber vereceğini de düşündü. Hadiseyi
aynen anlatmaya karar verdi.

– Üç defa üzerime yürüdü, iki defa yatırıp söz aldım. Defolup gideceğine
söz verdi. Kurtulunca üçüncü defa üzerime geldi. Ben de şerefimi ve
namusumu müdafaa için başını yaraladım, bana hücum edemez hale getirerek
kaçıp kurtuldum. Sonra öğrendim ki, o yaralardan ölmüş.

Hüzeylliler hep birlikte bağrıştılar.

– Suçunu itiraf etmiştir, diyetimizi isteriz. Resûlüllah Hazretleri de
kararını açıkladı:

– Es’ile namusunu müdafaa etmiştir. Mütecaviz Hamele de kanını heder
etmiştir. Böylece dava bitmiş, diyet ortadan kalkmıştır. Hüzeylliler
süklüm püklüm. Raşid ve Es’ile şen ve şatır, evlerine döndüler. Asr-ı
Saadetten bir namusu koruma olayı böylece tarihe geçti, bize de
ibretlerinize sunmak düştü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:48 pm

NAMAZ VE MİR'AÇ
Malik bin Sa'saa r.a anlatıyor:
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:

Ben Kâbe-i Muazama'da iki kişinin arasında uyku ile uyanıklık arasında
yatmakta iken, içi îman ve hikmetle dolu, altından bir leğen getirdiler.
Boğazımdan karnıma kadar göğsümü yardılar. Zemzem suyu ile yıkayıp,
îman ve hikmetle doldurdular. Katırdan küçük merkepten ise büyük, burak
denilen bir hayvan getirdiler. Cibril Aleyhisselâm ile beraber gittik.


Birinci kat semâya gelince:

-Kim o? denildi,
Cibril a.s.:
-Cebrâil, diye cevap verdi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrâil de:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrâil:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, O ne güzel bir misafirdir, denildi.

Bunu takiben Adem aleyhisselâma geldim, selâm verdim,
-Hoş geldin, salih peygamber salih oğul! dedi.
Ben:
-Bu kim ey Cibril? diye sordum.
O da:
-Bu, Adem aleyhisselâmdır. Sağında ve solunda gördüğün bu kalabalıklar
evlâdlarının ruhlarıdır. Sağındakiler cennetlik, solundakiler ise
cehennemliklerdir. Bunun için sağına baktığı zaman gülüyor, soluna
baktığı zaman ağlıyor, dedi.

Sonra ikinci semaya geldik.

-Kim o? denildi.
Cebrâil:
-Ben Cebrail, dedi.
-Yanındaki kim? denildi.
Cebrail:
-Muhammed, dedi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? denildi.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Isa ile Yahya Peygamberlere rastladım. Her ikisi de:
-Hoşgeldin kardeşimiz hoşgeldin ey peygamber! dediler.


Sonra, üçüncü kat semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
Cebrail:
-Evet, dedi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.

Bunu müteakip Yusuf aleyhisselâm'a rastladım. Selâm verdim;
-Hoş geldin kardeş ve Peygamber, dedi.


Sonra dördüncü semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldin, ne güzel misafir geldi! denildi.

Bunun takiben îdris aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber, dedi.


Sonra beşinci kat semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cebrail, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed,'diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi, denildi.
-Evet, diye cevap verildi.
-Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi, denildi.


Bunu müteakip Harun aleyhisselâma rastladık. Kendisine selâm verdim.
-Hoşgeldin, kardeş ve Peygamber! dedi.


Sonra altıncı semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, denildi. .
-Ona buraya gelme daveti gönderildi mi? diye soruldu.
-Evet, denildi.
- Hoş geldi, ne güzel bir misafir geldi! denildi.

Bunu takiben Musa aleyhisselâma rastladım ve selâm verdim.
-Hoş geldin, kardeş ve Peygamber! dedi.
Kendisinden ayrılınca ağlamaya başladı.
Hazreti Allah tarafından kendisine:
-Niye ağlıyorsun? diye soruldu.
Musa aleyhisselâm:
-Ey Rabbim, benden sonra Peygamber olan bu gencin ümmetinden cennete
benim ümmetimden daha çok insanlar girecektir, bunun için ağlıyorum,
dedi.

Sonra yedinci semaya geldik.

-Kim o? denildi.
-Cibril, diye cevap verildi.
-Yanındaki kim? diye soruldu.
-Muhammed, diye cevap verildi.
-Ona, buraya gelme daveti gönderildi mi? Hoş geldi, ne güzel misafir
geldi! denildi.

Bunu takiben ibrahim aleyhisselâma rastladım. Selâm verdim.
-Hoş geldin oğul ve Peygamber! dedi.


Hemen bana Beytü'l Mâmur gösterildi. Cibril'e sordum. O da:
-Bu, Beytü'l Mâmur'dur. Her gün yetmiş bin melek orada namaz kılar ve
çıkarlar. Çıkanlar da bir daha artık oraya dönmezler, dedi.

Bana Sidretü'l Müntehâ ağacı da gösterildi. Bir de baktım ki, bu ağacın
meyveleri meşhur Hacer beldesinin büyük destileri, yaprakları da
fillerin kulakları büyüklüğünde idi. Altından dört nehir akıyordu.
Bunların ikisi bâtın, ikisi zahir idi. Cibril'e bu nehirleri sordum. O
da:
-Bâtın, yani içe ait iki nehir cennette, zahir yani dışa ait iki nehir
de Nil ile Fırat'tır, dedi.


Sonra o kadar yükseğe çıkarıldım ki orada mukadderatı yazan kalemlerin
sesini işitir oldum.


Sonra üzerime elli vakit namaz farz kılındı. Döndüm. Musa aleyhisselâma
gelince, bana:
-Ne oldu? diye sordu.
-Üzerime elli vakit namaz farz kılındı, dedim.
Musa aleyhisselâm:
-Ben insanları senden daha iyi bilirim, israil Oğulları ile çok
uğraştım. Senin ümmetinin bu elli vakit namaza gücü yetmez. Rabbine dön
ve bu namazları azaltmasını niyaz et! dedi.
Döndüm. Niyazda bulundum. Allahü Teâlâ bunları kırka indirdi. Sonra yine
Musa aleyhisselâma geldim. Aynı şeyi söyledi. Döndüm. Allahü Teâlâ
namazları otuza indirdi. Yine aynı şey tekrarlandı. Döndüm, Allahü Teâlâ
namazları yirmiye indirdi. Yine aynı şey oldu. Döndüm, Allahü Teâlâ
namazları ona indirdi. Yine Musa aleyhisselâma geldim, aynı şeyi
söyledi. Döndüm, Allahü Teâlâ namazları beş vakte indirdi. Yine Musa
aleyhisselâma geldim.
-Ne yaptın? dedi.
-Allah namaz vakitlerini beş vakte indirdi, dedim. Musa aleyhisselâm
yine gidip, daha da indirmesi için Allah'a niyaz etmemi söyledi ise de
ben:
-Hayır, razı oldum, dedim.
Bunun üzerine Allah tarafından bir nida geldi. Farzım kesinleşmiştir.
Kullarıma gereken kolaylığı yaptım. Her iyi amel karşılığında da on
sevab vereceğim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2   Dini Hikayeler Arsivi 2 - Sayfa 4 Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 12:49 pm

NAMAZDA VURULMAK
Rasul-i Ekrem s.a.v.'in de hazır bulunduğu 'Zâtü'r-Rika' gazvesindeki
bir çarpışmada, müslümanlardan biri müşrik bir adamın muharebe yerinde
bulunan karısını öldürmüştü. Kadının kocası da misilleme olarak mutlaka
bir müslüman öldürmeye yemin etmişti. Rasulullah s.a.v. ve
arkadaşlarının peşinden onları izlemeye başladı. Allah Rasulü akşam üstü
bir yerde konaklama hazırlığı yaptı ve yanındakilere sordu:
- Bu gece istirahatimizde bize kim bekçilik yapacak?
Muhacir ve Ensar'dan iki adam cevap verdiler:
- Ya Rasulallah, biz sizler için nöbet tutarız.
- Öyleyse şu vadinin giriş kısmında bekleyin.
Bu iki gönüllü, Ammar b. Yâsir ile Abbâd b. Bişr idiler. Gece nöbetine
duracakları sırada Ensar'dan olan Abbâd, Muhâcirler'den olan Ammar'a:
- Gecenin hangi bölümünde nöbette olmamı istersin? diye sordu. O da:
- Gecenini ilk bölümünde benim yerime sen bakıver, dedi.
Bu karardan sonra Muhacir, kendi nöbeti gelinceye kadar arkadaşının
yanına uzanıverdi. Nöbetteki Ensar da, vaktin değerlendirmek için gece
namazına durdu.

Meğer karısı öldürülen müşrik herif de, o sırada yakınlardaydı. Namazda
duran adamı farketti ve onun nöbette olduğunu anladı. Bir ok atıp
sapladı ve atmaya devam etti. Nöbetçi sahabi üçüncü okla ağır
yaralanmıştı. Derhal rükû ve secdeleri yapıp namazının tamamladı ve
arkadaşını uyardı:
- Kalk artık kalk! Ben yaralandım arkadaş, hareketten kesildim!..
Arkadaşı yerinden fırlayınca, okçu müşrik de korkup uzaklaştı. Yaralı
arkadaşının durumunu gören Muhacir hayretle sordu:
- Fesubhanallah! Sana ilk ok atılanca beni uyandırsaydın ya!
- Okumakta olduğum bir surenin ortalarında idim. Onu kesmek istemedim.
Eğer Rasulullah'ın bize verdiği nöbetçiliğe zarar gelmeyecek olsaydı,
canım çıkasıya okuduğum sureyi kesmezdim.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dini Hikayeler Arsivi 2
Sayfa başına dön 
4 sayfadaki 5 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5  Sonraki
 Similar topics
-
» Dini Hikayeler Arsivi 1
» Dev Avatar Arşivi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dinimizi Tanıyalım :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: