|
|
| Dini Hikayeler Arsivi 2 | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Salevât-ı Şerîfe
Talebelerinin sayısının on binleri bulduğu rivâyet edilen Muhammed Cezûlî, bir gün bir kuyu başına abdest almak için uğradı. Kuyunun yanında su çekmek için kova ve ip yoktu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bir kız, onun bu hâlini yüksekçe bir yerden gördü ve ona şöyle dedi: -Sen kimsin ve niye şaşırdın? Muhammed Cezûlî, onun kova getireceği ümîdi ile kendisini tanıttı ve hâlini bildirdi. Kız bunun üzerine ona; -İnsanlar seni hayır ve kerâmetle överler. Sen ise kuyudan su çıkarmaktan âciz kaldın ve şaşırdın,dedi ve gelip kuyuya seslendi. Allahü teâlânın izni ile su, kuyudan taşıp dışarıya akmaya başladı. Muhammed Cezûlî abdest aldıktan sonra kıza; -Sen bu kerâmete hangi amelin sebebi ile nâil oldun?" dedi. Kız da; -Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfeyi çok getirmekle ve salevât okumaya devâm ederek kavuştum, diye cevap verdi. Muhammed Cezûlî, bu duruma hayret ederek; "Acabâ hangi salevât-ı şerîfeyi okumaya devâm etsem?" diye düşünmeye başladı. O gece, bu düşünceden dolayı uyuyamadı. Bu düşünce içerisinde yatakta yatarken, hanımı yatağından kalktı. En güzel elbisesini giyip, örtüsünü örtüp evden dışarı çıktı. Bunu görünce, hanımının bu saatte nereye gittiğini merak ederek arkasından dışarı çıktı ve onun deniz kıyısına doğru gittiğini gördü. Önünde ve ardında bir arslan ona bekçilik ediyordu. Merakı daha fazla arttı. Hanımı kıyıya varınca denize girdi ve yürümeye devâm etti, sonunda küçük bir adaya ulaştı. Arslanlar denizin kıyısında yattılar. Orada abdest alıp, namaz kılmaya başladı. İbâdetten sonra, yine su üzerinde yürüyerek kıyıya geldi. Arslanlar da kalkarak, biri önde, diğeri arkada yürümeye başladılar. Muhammed Cezûlî daha önce eve gelip, uyuyor göründü. Hanımı, eve gelip elbiselerini değiştirip, yattı. "Hanım bunu her gece mi yapıyor?" diye düşünerek, üç gece onu gözetledi. Hanımının her gece böyle yaptığını gördü.Üçüncü gecenin sabahında, bu durumu hanımına sordu. Hanımı ona; -Siz, bu işe şimdi mi vâkıf oldunuz? Uzun senelerdir ben böyle yapıyorum, dedi. Bunun üzerine Muhammed Cezûlî; -Acabâ, bu kerâmete ne sebeple kavuştunuz? diye sorunca, hanımı; -Resûl-i ekreme salevât-ı şerîfe okumayı hiç bırakmadım. Nîmete bu yüzden kavuştum,dedi. Muhammed Cezûlî; -Devâm ettiğiniz bu salevât-ı şerîfe hangisidir? diye suâl etti. Hanımı cevap vermedi. Isrâr edince; -Bu gece istihâre edeyim, izin olursa, cevap veririm, dedi. Sabahleyin hanımı; -Açıkça söyleyeyim, haber vermeye izin yoktur. Ancak salevât-ı şerîfeleri topla, onların içinde varsa, "Vardır" diye haber veririm." dedi. Bunun üzerine Muhammed Cezûlî, birçok kitaplarda bulunan salevât-ı şerîfeleri topladı ve bir kitap yazdı. Hanımına, yazdığı bu kitabı okuduğu zaman, hanımı; "İçinde birkaç yerde vardır." dedikten sonra; "Bu kitabı okumaya devâm edenin, Allahü teâlânın rahmetine kavuşacağında şüphe yoktur." dedi. Muhammed Cezûlî bu eserine; Hayırlara deliller ve nûrların doğuşu mânâsına gelen Delâil-ül-Hayrât ve Meşârık-ul-Envâr ismini verdi.
Delâil-ül-Hayrât'ta toplanmış olan salevât-ı şerîfelerden bâzıları şunlardır:
"Allahümme salli alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve ezvâcihî ve zürriyyâtihî kemâ bârekte alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ Muhammedin-in-nebiyy-il-ümmiyyi ve alâ âli Muhammed."
"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ salleyte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve terahham alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ terahhamte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve tehannen alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ tehannente alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd. Allahümme ve sellim alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ sellemte alâ İbrâhîme ve alâ âli İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme bârik alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin kemâ bârekte alâ İbrâhîme inneke hamîdün mecîd."
"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve eshâbihî ve evlâdihî ve ezvâcihî ve zürriyyetihî ve ehl-i beytihî ve eshârihî ve ensârihî ve eşyâihî ve muhibbihî ve ümmetihî ve aleynâ maahüm ecmaîne yâ erhamerrâhimîn."
"Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammedin ve alâ ehl-i beytihî." | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Selâme - İlk Sözcü Kadın
Selâme, Resûl-ü Ekrem Efendimizin biricik oğlu İbrahim’in dadısı olan hanımın adıdır. Yani sahabe hanımlardan biridir. Hatta hanımların çekinip de soramadıkları bir çok sualleri gelip Selâme’ye söyleyerek sordurdukları da İmam-ı Malik’in naklettiği hadisten anlaşılmaktadır.
Bir gün Resûlullah Efendimizin huzuruna gelen Selâme, rahatça sualini sorar:
– Ya Resûlallah, sen hep erkeklere müjdeler veriyor, hayırları erkeklerin yaptıklarını beyan buyuruyorsun. Kadınlara ise böyle müjdeler vermiyor, hayırlara onların da sahip olduklarını bildirmiyorsun?
Efendimiz tebessüm ederek dinlediği Selâme’ye şöyle mukabele eder:
– Ey Selâme, bunu sana yanlarında bulunduğun kadınlar mı söylediler?
Selâme çekinmeden cevap verir:
– Evet, onlar söylediler, ben de gelip arzettim.
Efendimiz buyurur ki:
– Ey Selâme, kadınlar erkeklerini razı ettiklerinde müjdeler alırlar.
Çocuklarına hamile olduklarında müjdeler alırlar.
Büyütme sırasında bakarken müjdeler alırlar.
Yani kadınlar kadınlığa mahsus hizmetleri yaparken, erkeklerin savaşa gitmelerinde, nöbet tutmalarında aldıkları büyük sevap müjdesini alırlar.
Yetmez mi bunlar kadınlara, razı olmazlar mı bu sevaplara?
Selâme’nin yüzünde bir sevinç, gözünde bir parıltı görülür bu sırada. Zira kadınlara beklediklerinden fazla müjdeyle dönmektedir artık.
* * * Denebilir ki, bu Selâme, saadet asrında hanımların Allah katındaki yüce mertebelerini açıklatan Selâme’dir. Şayet böyle bir suali sormasaydı, belki de hanımların hanımlığa mahsus hizmetlerinin erkeklerin erkeklere mahsus hizmetlerinden aşağı sevaba vesile olmadığını kimse meydana çıkaramayacaktı. Demek bu Selâme hanımlarında sözcüsü imiş. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Sen Namaz Kılmış Olmadın Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, bir gün mescitte ashabıyla birlikte otururken, isni Hallad olan, yeni öğrenmiş bir bedevi zat girdi. Rüku ve secdesini tam yapmadığı bir namaz kıldı.
Sonra huzura gelerek selam verdi. Resulullah Efendimiz selamını aldı ve. - Dön namazını tekrar kıl, buyurdu. O zat dönerek, önceki kıldığı gibi namazını tekrar kıldı. Resul-i Zişan (s.a.v.), - Dön tekrar kıl; çünkü sen, namaz kılmış olmadın!, buyurdu. Bu hal üç defa tekerrür edince Hallad (r.a.) : - Ya Resulullah! Seni hak ile gönderen Allah'a yemin olsun ki, ancak bu kadar biliyorum, doğrusunu bana öğretirmisin? dedi. Bunun üzerine Efendimi z (s.a.v.): - Namaz kılmak isteyince güzelce abdest al, kıbleye dön, iftitah tekbirini al, kolayına geldiği kadar Kur'an oku, sonra rükua varıp sukunet buluncaya kadar dur. Sonra başın büsbütün doğruluncaya kadar ayakta kal, sonra secdeye varıpmutmain oluncaya kadar dur, başını kaldırıp hareketsiz kalıncaya kadar otur. Bunları bütün namazlarda böylece yaparsan namazın tam olur, bundan neyi eksiltirsen namazı eksiltmiş olursun, buyurdu.
__________________ | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Sebe Kraliçesi - Belkis Hz.Süleymanın haberdarı olan Hüdhüd kuşu ona bir gün şöyle haber getirir: - Ben bugün şu ana kadar hiçbirimizin varlığından haberimiz olmadığı Sebe'yi gördüm onun kraliçesini gördüm. Büyüük mülkleri, geniş topraklar var. Ancak bunlar bu kadar dünyalığa rağmen Allah'ı bırakıp güneşe secde ediyorlar. Ne yaptıklarının farkında değiller.
Hz.Süleyman bu durumdan rahatsız olur. Hemen o kraliçeye ve kendi gibi Allah'a ortak koşan yöneticilerine bir mektup yazarak, hak yola, islama çağrıyor, yoksa ordularını sevk edeceğine değiniyor ve herşeyden önce ülkesine davet ediyordu. Kraliçe ülkesini akıllıca yönetiyor, acele kararların altına imza atmıyordu. Her şeyi ile mükemmeldi, sadece aklı ona Allah'ı bilmek ve sadece Allah'a ibadet etmek konusunda ihanet etmişti. Mektubu okuyunca öfaaae kapılmadı. Kendi başına bir karar almadı. Vezirlerine bu mektubu okuttu.
Bu mektup öyle sıradan bir mektup değildi. Zamanın en büyük kralından ve insanları Allah'a davet eden bir peygamberden gelmekteydi. Vezirler, güçlerinden, askerlerinden, teknojilerinin üstünlüğünden bahsetmeyue başladılar. Ancak bu konuda Kraliçe ikna olmayıp diğer yok olan krallıkları hatırlatıp, ülkenin ve halkının sonu olabileceğinide belirterek:
- Ben süleyman'a çok kıymetli hediyeler göndereceğim. Eğer bu hediyeleri kabul ederse, o gerçekten bir kraldır ve bu takdirde durmayın hemen ona savaş açın. Yok eğer hediyeleri kabul etmezse, bu takdirde o bir peygamberdir, o zaman hemen ona tabi olun!
Kraliçe, denemek içinHz.Süleyman' hediyeler gönderir. ancak Hz.Süleyman hediyelerine rağbet etmez, yüz çevirir. - Beni dünya malı ile etkilyeceğinizi mi sanıyorsunuz? Mallarınız da, şirkiniz da sizin olsun. Bana Allah tarfından verilen çok daha hayırlıdır. Durum ciddidir. Mesele davet ve itaat meselesidir, alışveriş meselesi değil.
Hz.Süleyman daha sonra orduları ile üzerlerine söyler. Heyet gelip durumu kraliçelerine anlatırlar. Analtılanları dinleyen Kraliçe ve halkı Hz.süleyman'a itaat ederler ve Hz.Süleyman'ı ziyaret etmek üzere Kraliçe yola koyulur.
Hz.Süleymanonalrın itaat etmiş oldukalrına çok sevinir ve Allah'a hamd ü senalar eder. Kraliçeye Allah'ın mücizelerinden birini göstermek isterki bu mucize ile Kraliçe Allah'ın güç ve kuvvetine, Hz.Süleyman'a vermiş olduğu nimetlere daha fazla delalet etsin. Bunun için, kraliçenin kuvvetli ve emin ellere teslim ettiği tahtını, o gelmeden önce getirmek istedi. Bu isteği yerine geldi ve mucize gerçekleşmiş oldu. Bu arada tahtın bazı detayda kalan özelliklerininde değişmesin emretti, emri yerine getirildi.
Hz.Süleyman insanlardan ve cinlerden olan ustalara camdan büyük bir saray yapmalarını emretti, onlarda yaptılar, altından su akıttılar. Durumu bilmeyen herkes her tarafın su olduğunu sanırdı. Oysa su ile nehrin arasında cam vardı. Kraliçe Belkis onu gördüğünde, hiç kuşkusuz onu su zannedip, eteklerini sıyıracaktı. İşte o zaman da hatası ortaya çıkacak, bakışının kusurlu olduğu ve dış görünüşün kendisini aldattığını idrak edecekti. Bu yöntem bin delil getirmekten daha tesirliydi.
Evet, öyle de oldu. Belkis, onca aklı ve zekasına rağmen beklenen hataya düştü. Salonun döşemesinin cam değil akan bir su olduğunu sanarak eteklerini topladı ve öylece suya adım atmak istedi. Bu arada Hz.Süleyman kendisini hemen uyardı: - Bu, pürüzsüz bir camdır sadece... O anda kraliçenin gözündeki perde kalktı ve dış görünüşe alkdama hususundaki cehaletini anladı. Güneşe ibadet atmekle hata yaptığını idrak etti ve: - Süleyman'la beraber alemlerin rabbi olan Allah'a teslim oldum, dedi. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Sarık ve Sakal Eski elbiseli, fakir ve köse bir alim, bir kadı'nın mahkemesinde alimler sırasında üst sırada oturur. Kadı gerek giyiminden gerese tanımadığından olacak sert sert bakar. Bunun üzerine, Kadının adamı fakir alimin yanına gelerek: - Buradan kalk. Haddini bil burası senin yerin değil. Herkesmecliisn üst tarafına layık olamaz. Senin yerin aşağısı.Ya git oraya otur, ya da çık git, der. Alim, bakarki olacak gibi değil, kalkar ve aşağılarda bir yere oturur. Derken alimler fıkıh konusunda tartışmaya başlarlar. - Hayır, evet, kabul edemem, ben haklıyım, şeklinde her biri birbirine üstünlük kurma sevdasıyla mücadelelerini sürdürür her biri bir dövüş horozuna döner. Bir karmaşadır gider. Fakir alim dayanamaz kalkarak: - Lütfen bir kere de beni dinlermisiniz? Bu konuda benim de söyleyeceğim bir kaç söz var. - Buyurun, iyi bir şeyle biliyorsan söyle. Alim, çok güzel bir üslup ve konuya hakimiyeti ile onları ikna etmekle kalmaz aynı zamanda gönüllerinide fetheder. Sözünü öyle bir yere kadar götürürki, kadı, çamura saplanmış eşek gibi geride kalır. Kadı, hatasını anlar, onun faziletinide takdir ederek, raftan cübbesiğni, sarığını indirip yakdim etmek ister ve: - Yazık olsun, senin kıymetini bilemedik. Mecliismize teşrifinizden dolayı teşekkürlerimizi sunamadık. Sizin bu kadar fazilet ile meclisin son kısımlarında oturmanızdan dolayı çok müteessirim. Kadının iltifatı üzerine adamı da koşar, gelir, iltifatlara başlar, gönlünüğ almağa çalışır. Kadı'nın takdim ettiği sarığı, fakir alimin başına sarmağa çalışır. Ancak alim: - Dur, çekil o sarığı sarmak istemem. Çünkü elli arşınlık sarığı sararsam, bana kibir gelir. Yarın eski elbiseli birisini görürsem, onları beğenmemezlik yaparım. o sarık başımda oldukça, beni görenler bani görenler, halkı gözümde küçük göstermeğe uğraşırlar. Sen sen ol! Sarığa, sakala bakıp da kafa tutma. Çünkü sarık pamuktandır, sakal ise bir tutam ot gibidir. İnsan başına akıl ve beyin lazımdır. Böyle sarıklar senin ve senin gibilerin başına lazımdır, der ve verilenleri rededer. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:35 pm | |
| Sarhoş ve Müezzin Sarhoş'un biri, şarabın tesiriyle bir camiye girer ve dua etmeye başlar: - Yarabbi! Beni Cennetine koy, bana köşklerini ver, bana kevseri ver, bana hürilerine ver... Bu yakarmaları işiten müezzin, sarhoşun yakasından tutarak: - Ey akıldan, dinden gafil, senin camide işin ne? Sen ne yaptın ki, Allah'tan hem de bu sarhoş halinle dilyorsun? Hiç yakışıyormu? Sarhoş bu sözleri işitince başlar ağlamaya ve: - Müezzin efendi, müezzin efendi... ben sarhoşum, yakamdan elini çek, bana ilişme, dokunma bana, inciştme beni, kırma kalbimi. Unutma, bilmiyorsan bil. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden lütfundan günahkar kullarıda ümitlenir. Benim sana sözüm yok, ben senden mi isityorum. Tevbe kapısı açıktır. En büyük yardımcı Allah'dır. O öyle lütuf sahibidirki, O'nun lütfunun, rahmetinin büyüklüğüğ yanında kendi günahımı büyük görmeye utanıyor, günahıma büyüklük veremiyorum. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:36 pm | |
| Salevatın Keffareti
Râbia-tül Adeviyye, babası İsmâil'in üç kızı vardı. Bir tane daha doğunca adını Râbia (dördüncü) koydu. Babası çok fakir olduğundan Râbia doğduğu gece evde ihtiyaç olan şeylerden hiçbiri yoktu. Bu duruma annesi çok ağlayıp mahzûn oldu. Efendisine; -Filân komşuya gidip, bir mikdar kandil yağı isteyebilir misin?, dedi.
Hazret-i Râbia'nın babası, Allahü teâlâdan başka kimseden bir şey istememeğe söz vermişti. Bununla beraber hanımını üzmemek için komşuya gitti. Kapıya elini sürdü ve geri gelip; -Kapı açılmadı, deyince hanımı ağladı. O da çok üzüldü.
Babası, başını dizine dayadı ve öylece uyuya kaldı. Rüyâsında Peygamber efendimizi gördü. Peygamber efendimiz, kendisine buyurdu ki: -Hiç üzülme! Bu kızın, öyle bir hanım olacak ki, ümmetimden yetmiş bin kişiye şefâat edecek. Yârın bir kâğıda şöyle yaz: "Sen her gece Peygamber efendimize yüz salevât-ı şerîfe, Cumâ geceleri de dört yüz salevât gönderirdin. Bu Cumâ gecesi unuttun. Bunun keffâreti olarak, bu yazıyı sana getiren zâta dört yüz altını helâl parandan ver." Sonra Basra vâlisi Îsâ Zâdân'a git. O yazıyı ver."
Hazret-i Râbia'nın babası uyandığında, Peygamber efendimizi görmenin şevkiyle ağlıyordu. Hemen kalktı, denileni yaptı ve Îsâ Zâdân'ın yanına gitti. Vâli mektubu alınca, Resûlullah efendimizin kendisini hatırlamasının şükrü için, binlerce altını fakirlere sadaka verdi. Râbia-tül Adeviyye'nin babası İsmâil Efendiye de mektupta yazılanı ve ona ilâve olarak pekçok altını da sadaka verip, bir ihtiyâcı olursa tekrâr gelmesini tenbîh etti. Altınları aldıktan sonra lüzumlu ihtiyaçlarını temin etti. Böylece bolluğa kavuştular ve kızlarına rahatça bakıp güzel edeb ve terbiye ile büyüttüler. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:36 pm | |
| Rüyâda bildirilen beş sır!
Önceki Peygamberlerden birisi, bir gün bir rüyâ görür. Rüyâsında kendisinden, sabahleyin kalkınca karşısına ilk çıkan şeyi yemesi, ikinci olarak karşılaştığı şeyi gizlemesi, üçüncü olarak karşılaştığı şeyi kabûl etmesi, dördüncü olarak, karşılaştığını yeise, ümitsizliğe düşürmemesi, beşinci olarak karşılaştığından da kaçması istenir.
Sabah olur. O peygamber aleyhisselâm kalkınca, karşısında gözüne ilk çarpan büyük ve kapkara bir dağ olur. Bu manzara karşısında duraklar, hayrete düşer ve kendi kendine, “Rabbim bana onu yememi emretti. Rabbim bana, gücümün yetmeyeceği şeyi emretmez” diye düşünür.
Onu yemeğe azmederek oraya doğru yürür. Fakat yanına yaklaşınca dağ birden küçülür, küçülür ve baldan daha tatlı bir lokma hâline gelir. Peygamber onu yiyerek yola koyulur.
Biraz gidince karşısına altın bir tas çıkar. Hemen bir çukur açarak onu toprağa gömer ve tekrar yola koyulur. Fakat biraz gittikten sonra dönüp arkasına baktığında altın tasın toprağın üstüne çıkmış olduğunu görür. Geri döner. Onu tekrar gömerek yine yoluna devam etmek üzere hareket eder. Fakat biraz gidince yine dönüp geriye baktığında, altın tasın yine dışarıda olduğunu hayretle müşâhede eder. Bu dönüp gömmeler birkaç defa tekrarlandığı hâlde altın tas yine üste çıkar. Nihâyet peygamber, “Ben, Rabbimin bana olan emrini yerine getirdim” diyerek onu gömmek için bir daha geri dönmez ve yoluna devam eder.
Biraz gidince, kendisine doğru gelen bir kuşla karşılaşır. Kuşun peşinde de bir şâhin var. Kuş, “Ey Allahın nebîsi, beni kurtar” diyerek Peygamberden yardım ister, Peygamber de onu himâyesine alarak, “Üçüncü olarak karşılaştığın şeyi kabûl et” emri gereğince onu yeninin içine saklar.
Bu arada onu avlamak için peşinden gelmekte olan şâhin gelip, “Ey Allahın nebîsi, ben aç idim. Sabahtan beri onu avlayıp karnımı doyurmak için uğraşıyordum. Tam yakalayacağım sırada onu benden aldın. Rızkıma mâni olma!” der. Bu sırada Peygamber aleyhisselâm, “Benden, üçüncü olarak karşılaştığımı kabûl etmem, dördüncü olarak karşılaştığımı da yeise düşürmemem istenmişti. Üçüncü bu kuş. Onu kabûl edip kurtardım. Ya dördüncüyü ne yapayım? Onu ümitsizliğe düşürmemem lâzım” diye düşünür. Yanında bulunan etten biraz keserek beklemekte olan avcı kuşa atar. O da onu alıp gider. O uzaklaşınca saklamakta olduğu kuşu da salıvererek yoluna koyulur.
Yolda ilerlerken beşinci olarak pis kokulu bir cîfe, pislik ile karşılaşır. Geceki rüyâ gereğince ondan da süratle uzaklaşır. O gece rüyâsında kendisine gündüz olan hâdiselerdeki hikmet, sır şöyle izâh edilir:
“Birinci olarak, çok büyük ve kapkara bir dağ olarak gördüğün ve sonradan baldan daha tatlı bir lokma hâline gelen şey, öfke ve kızgınlıktır. Öfke, önce büyük bir dağ hâlindedir. Sabır edildiği ve yenildiği zaman baldan daha tatlı bir lokma olur.
İkinci olarak karşılaştığın altın tas, güzel ve iyi amellerdir. İyi ve güzel ameller, hareketler, davranışlar ne kadar örtülürse örtülsün, yine de açığa çıkar ve kendilerini belli ederler.
Üçüncü olarak, sakladığın kuş, sana sığınana ihânet etmemeni, himâyene almanı öğretmek istemektedir.
Dördüncü hâdise, birisi senden bir şey istedi mi, kendi ihtiyâcın olsa bile onun hâcetini görmek gerektiğine işârettir.
Beşinci olarak karşılaştığın ve kendisinden kaçtığın pis kokulu cîfe gıybete işârettir. Gıybet eden, ötekini-berikini çekiştiren insanlardan, pis kokulu cîfeden kaçarcasına kaç!.. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:36 pm | |
| Rabia Köle Olamaz
Râbia-tül Adeviyye biraz büyümüştü. Annesi ve babası vefât etti. Üstelik, Basra'da kıtlık ve fevkalâde pahalılık vardı. Bu hengâmede Râbia'nın ablaları dağıldılar. Kimsesiz kalan Râbia'yı zâlim bir kimse yakaladı ve hizmetçi olarak iş gördürdü. Sonra da köle olarak altı gümüş karşılığı bir ihtiyara sattı. O ihtiyarın hizmetçisi olarak, gösterilen zor işleri sabırla yapmaya çalışıyordu. Çok sıkıntılı günler geçirdi. Çok zahmetler çekti, fakat isyân etmedi. Allahü teâlânın takdirine râzı oldu. Edebi fevkalâde idi.
Bir gün karşısına bir nâmahrem, yabancı çıktı. Ondan sakınayım diye hızla giderken düşüp kolu kırıldı. Acz ve kırıklık içinde, mahzûn olmuş bir kalb ile Allahü teâlâya yalvardı.
"Yâ Rabbî! Garib ve kimsesizim. Yetim ve öksüzüm. Köle edildim. Bir de kolum kırıldı. Lâkin ben bunların hiç birine üzülmüyor, yalnız senin rızânı istiyorum. Benden râzı olup olmadığını da bilmiyorum" dedi.
Bu sırada bir ses duydu. "Üzülme, sen âhirette meleklerin bile imreneceği bir makamda bulunacaksın." diyordu.
Râbia tekrar efendisinin evine döndü. Günlük hizmetleri yerine getirir, akşama kadar ayakta dururdu. Bununla beraber her gün oruçlu olur, geceleri de Allahü teâlâya ibâdet ve tâatle geçirirdi. Bir gece efendisi uyandığında Râbia'nın odasından sesler geldiğini işitti. Pencereden bakınca, Râbia'nın, secde ettiğini, Allahü teâlâya şöyle yalvardığını duydu. Diyordu ki:
"Ey Rabbim! Benim arzumun senin emrine uymak olduğunu biliyorsun. Benim saâdetim senin huzûrunda bulunmaktır. Eğer elimden gelse, sana ibâdetten, bir ân geri kalmam. Fakat ev sâhibimin hizmetinde bulunduğum için ona hizmet ediyorum ve sana gereği gibi ibâdet edemiyorum..."
Ev sâhibi, bunları duydu. Ayrıca, Râbia'nın başı üstünde bir kandil bulunduğunu, kandilin bir yere asılı olmadan havada durduğunu, odanın o kandilin nûru ile aydınlandığını gördü ve hayretten dona kaldı. "Artık Râbia köle olamaz!" diyordu.
Sabaha kadar uyuyamadı. Sabah olunca hemen Râbia'yı çağırdı ve dedi ki: "Artık serbestsin. Dilediğini yap. Ama burada kalırsan ben sana hizmet ederim." Râbia; "Gideyim." dedi. Oradan ayrılıp küçük bir eve yerleşti. Bütün vakitlerini ibâdetle geçirir, bir gün ve gecesinde bin rekat namaz kılardı. Kefenini dâimâ yanında taşır, namaz kılacağı zaman onu serer, üzerine secde ederdi. Kefeni yanında olmadan gezdiğini, kefenini beraberine almadan konuştuğunu kimse görmedi. Süfyân-ı Sevrî ve Hasan-ı Basrî, ondan feyz alırlardı. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:36 pm | |
| Peygamber isen mucize gösteresin Hazret-i Ebû Bekr önceleri tüccâr idi. Sefer ve ticâret yapardı. Ekserî Şâma giderdi. Seferde iken, bir gece rü'yâ gördü ki, gökden ay inip, kucağına girdi. Ebû Bekr, iki eliyle onu kucakladı ve sînesine basdı. Uyandı. Yemlîhâ adında meşhûr bir râhib var idi. Ona varıp, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. Râhib dedi ki, - Sen nerelisin? Ebû Bekr dedi; - Arz-ı Hicâzdanım. Tekrâr sordu: - Ne iş yaparsın. Ebû Bekr, - Tüccârım, dedi. Râhib dedi ki, - Yâ Arabistanlı kişi. Bu rü'yâda, sana büyük müjdeler vardır. Ta'bîrini ister isen, ücretini ver, dedi. Ebû Bekr 'radıyallahü anh' oniki dînâr çıkarıp, verdi. Râhib dedi ki: - O ay ki, gökden sana indi. Âhır zemân Peygamberidir. Yakınlarda zuhûr edecekdir. Sen Onun hayâtında iken vezîri olursun. Sonra halîfesi olursun. Yâ Arabistanlı kişi. Eğer ben sağ iken, Ona yetişir isen, bana haber ver. Ona varıp, buluşayım. Eğer ben dünyâdan gitmiş isem, selâmımı ona ulaşdırırsın. Ben Onun dînine girdim ve ümmetinden oldum. Beni âhıretde şefâ'atinden unutmasın. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh', - Bana bir mektûb ver, dedi. Râhib, oniki satır bir mektûb yazıp, Ebû Bekre 'radıyallahü anh' verdi. O mektûbun mevzû'u şu idi. (Esselâmü aleyke yâ Muhammed bin Abdüllah el Mekkî el Medenî el tehamî, salevâtullahi teâlâ aleyke ve selleme. Hakîkaten sen âhır zemân Peygamberisin! Ve Rabbilâlemînin Resûlisin. Bu mektûbu Ebû Bekr bin Ebû Kuhâfe ile sana gönderdim. Ma'lûm ola ki, ben sana îmân getirdim ve sana ümmet oldum. Ebû Bekr bana gelip, rü'yâsını ta'bîr etdirdi. O rü'yâ delâlet eder ki, Ebû Bekr senin vezîrin olur, sonra halîfen olur. Eğer ben sağ olup, hazretine yetişirsem, gelip önünde gâzâ ve cihâd ederim. Eğer yetişmezsem, âhıretde beni şefâ'atinden unutmayasın) diye mektûbu temâm etmişdir. Hazret-i Ebû Bekr 'radıyallahü anh'; ey rü'yâyı ta'bîr eden kişiye: - Eğer ta'bîr etdiğin gibi olursa, yüz altın dahi bende senin emânetin olsun, dedi. Şâm seferini bitirip, Mekaaae geldi. Bu hâdiseden oniki sene geçdi. Hak sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Muhammede 'sallallahü aleyhi ve sellem' vahy eyledi. Bir gece o büyük Peygamber, Ebû Kubeys dağına çıkıp, gece yarısında dedi ki: Allahü teâlâya da'vet edenin da'vetini kabûl ediniz. Lâ ilâhe illallah, deyiniz. Ebû Bekr, serîr üstünde yatıyordu. Söylenilenleri işitdi. Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah. Birkaç gün sonra, Mekke sokaklarında, hazret-i Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ile buluşdu. Hazret-i Fahr-i âlem ona dedi ki: - Ne olaydı, islâma geleydin. Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki: - Yâ Muhammed 'sallallahü aleyhi ve sellem'! Peygamber isen mu'cize gösteresin. Hazret-i Resûl-i ekrem 'sallallahü aleyhi ve sellem', Ebû Bekrin göğsüne mubârek ellerini dayayıp, şöyle dıvâra yaslayıp, dedi ki, - Sana o mu'cize yetmez mi ki, o rü'yâyı gördün. Yemlîhâ râhibe ta'bîr etdirdin. O zemândan on iki yıl geçdi. Ta'bîr edene on iki dînâr verdin ve yüz dînâr dahâ va'd etdin. Rü'yâyı ta'bîr eden, on iki satır bir mektûb yazıp, sana emânet verdi. Bunları bir-bir görüp, muttalî olup, mektûbda yazılan şudur, şudur deyip, takrîr buyurdular. Ebû Bekr 'radıyallahü teâlâ anh' işitip, parmak kaldırıp, - (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden Resûlullah). Ya'nî sen, o Peygambersin ki, Yemlîhâ râhib senden haber verdi, dedi. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:42 pm | |
| PEKİ ÖYLE OLSUN
Bir gün içkiye mübtelâ olan bâzı gençler, torbalarına içki şişeleri koyarak, kıra içki içmeye gidiyorlardı. Giderken, Hasan Sezâî'nin dergâhının önünden geçmeleri îcâbetti. Sezâî Efendi onları görerek;
"Evlâtlar, nereye gidiyorsunuz. Torbaların içindeki şişelerde ne var?" diye sordu.
Gençler, mûziplik olsun diye ve hâllerini gizlemek için gülerek;
"Efendi baba! Kıra gezmeye gidiyoruz. Şişelerimizde de şerbet var." dediler.
Hasan Sezâî tebessüm edip;
"Peki öyle olsun." buyurdu.
Gençler ayrılıp gittiler. Kıra vardıklarında sofralarını kurdular. Şişelerindeki içkiyi içmeye başladıklarında hepsi birden çok şaşırdı. Çünkü şişelerin içindeki içkilerin hepsi şerbet olmuştu. Sonra yolda Sezaî Efendi ile karşılaştıklarını ve konuşmalarını hatırladılar. Bu hâlin, o büyük zâtın bir kerâmeti olduğunu anlayıp, tövbe ettiler, artık bir daha içki içmediler. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:42 pm | |
| Paylaşılamayan velî
Mar'uf-ı Kerhi Hazretlerini sadece Müslümanlar değil, Hıristiyanlar da çok sever. Bir defasında bunlardan biri gelir, 'çocuk sahibi olabilmek' için dua ister. Büyük veli bir fırsatını bulup onu zarif bir şekilde İslâm'a davet eder. Adam; - İyi ama, ben buraya din değiştirmeye gelmedim ki. İstediğim sadece bir evlad, der. Veli; - Allah sana hayırlı bir evlad nasip etsin. Onun elinden imana gelesin, diye dua eder. Çok geçmez, adamcağızın çok akıllı bir oğlu olur. Okul çağı gelince onu kilise mektebine gönderir. Rahip ilk gün teslisi anlatır ama çocuk bir tuhaf olur. Çocuk; - Hayır! kalbim daralıyor, dilim söylemiyor, der. Rahip; -Tamam, bunları sonra konuşuruz. Şimdi alfabeye geçelim. Haydi bana harfleri oku,der. Çocuk bir şiir okur ki ilk beyit elif, beyle başlar son beyit lamelif, ye ile biter. Her mısra Allahü teâlânın sıfatlarını ve Muhammed Aleyhisselamın meziyetlerini anlatır ki sanatlarla doludur. Çocuk, alfabeyi bitirip devam eder.
"Ağlatan, güldüren, öldüren, dirilten Allah'a yemin ederim ki O'nun kapısından başkasına giden mutlaka zarar etti Ondan başkasından ne zarar gelebilir, ne fayda Kul isyan eder, örter âliyyul âlâ."
Rahip bu sözleri söyleyeni değil söyleteni arar ve doğruyu bulur. Çocuğun babasını da İslâm'a davet eder. Adamcağız itiraz etmez zira yıllar evvel Şeyh Ma'ruf'un ettiği dua kulaklarında çınlamaktadır.
Ma'ruf-i Kerhi Hazretleri ölümü yaklaştığında vefakâr talebesi Sırrıyî Sekati'ye döner ve - Ben ölünce üzerimdeki gömleği fakirlere ver, der.
Biliyor musunuz zaten bütün serveti o gömlektir. Hasılı bu âlemden geldiği gibi gider.
Mübarek kimseyi kırmaz ve herkese insanca muamele eder. Bu yüzden onu herkes sever. Komşuları cenazesini paylaşamazlar. Hıristiyanlar ve Yahudiler de gelir onu kendi mezarlıklarına defnetmeye kalkışırlar. Ancak tabutu yerinden bile oynatamazlar, halbuki Müslümanlar el attığında naaş tüy gibi hafifler ve kuş gibi uçar. Orada bulunanlar topyekün müslüman olurlar.
__________________ | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:42 pm | |
| Papaz ve Hz.Ali (r.a.) Hz. Ali r.a. ordusu ile harbe gitmekteyken uğradığı son bir kaç konak yerinde su bulamaz. Sonunda bir kilise görür ve o yana yönelirler. Kiliseye varır su isterler. Kilisedekiler: -10 mil uzakta su var. Hz. Ali r.a. - Oraya gitmeye gerek yok şurayı kazın. İşaret edilen yer kazılır. Büyük bir taş ortaya çıkar. Uğraşırlar uğraşırlar değil taşı kaldırmak oynatamazlar bile. Hazret-i Ali r.a. gelir. Mübârek parmaklarını taşın altına sokarlar, sanki bire tüy misali kalkar. Taşın kalkmasıyla beraber saf, tatlı ve soğuk bir su fışkırır. Sevinç ve şükürle sular içilir, kaplar dolar Kilisenin Papazı diğer kilisedekiler uzaktan onları seyretmektedirler, durumu görünce, Sevinç içinde Hz. Ali'nin huzûruna gelir ve sorarlar:: -Peygambermisiniz?. Yoksa... -Hayır ben peygamber değilim, ama son peygamberin dâmâdı ve halifesiyim! Papaz hemen kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olup şöyle der: -Ey mü'minlerin emiri! Bu kiliseyi, bu taşı kaldıran zâtı bekleyip görmek için yapmışlardır. Kitaplarımızda yazar, büyüklerimiz anlatırdı; burada bir kuyu vardır. Üzerindeki taşı peygamber veya onun Halifesi kaldırabilir. Bu taşı sizin kaldırdığınızı görünce, yıllardır beklediğim arzuya kavuştuk. Hazret-ü Ali buyurdu ki: -Allahü teâlâya hamd olsun!
Ve râhib orduya katılıp, şehit olmak saâdetine kavuşur... | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:42 pm | |
| Padişah ve Genç Olay Peygamberimizden çok önce gçer. Zamanın birinde insanların kendisine taptığı bir padişah ve onunda bir sihirbazı vardı. Sihirbaz bir gün: - Padişahım, artık ihtiyarladım. Bana bir genç verseniz de ona sihir öğretsem. Padişah ona bir genç buldurur ve yollar. Gençin eviyle sihirbazın evi arasında bir rahip yaşamaktadır. Genç zamanla ona da uğramaya başlar. Sohbetederler. Rahibin anlattığı hoşuna gider ve arkadaşlıkları devam eder ve genç onun dinine girer. O'nunla beraber olduğu müddetçe zamanın nasıl geçtiğini anlamaz ve dolayısıyla hep geç kalır. Sihirbaz da kızar, kızmakla kalmaz dövmeye de başlar. Genç durumu sonunda rahibe de iletir.Rahip: - Sihirbazdan korktuğunda, "Evimizdekiler alıkoydu", ailenden çekindiğin zamanda "Sihirbaz bırakmadı" dersin. Bu hal üzerine epeyi zaman gidip gelir genç. Bir gün önünü yırtıcı bir hayvan keser ve kendi kendine: - Sihirbaz mı daha üstün, yoksa rahipmi bugün öğreneceğim. Bir taş alır ve:- - Ya Allah, ihtiyarın işi, sana sihirbazın işinden sevimli ise şu hayvanı öldürüver, der. Taşı atar ve vahşi hayvan ölür. Durumu olduğu gibi rahibe anlatır. Rahip: - Bugün sen benden üstün haldesin. Eğer bir belaya uğrasan, benim ismimi söyleme..
Delikanlı bir çok hastalığa şifa verir hale gelir, körlerin gözlerini açar. Padişahın kör bir arkadaşı da bunu duyar ve bir çok hediyeyle beraber gencin yanına gelerek: - Gözlerimi açarsan, bu hediyelerin hepsi senindir, der. Delikanlı: - Ben kimseye şifa veremem. Şifayı ancak Allah verir. Eğer Allah'a iman edersen, Allah'a dua ederim, O da sana şifa verir. Hasta derhal iman eder. Gözleri açılır. O sevinçle hemen padişahın yanına gider. Padişah sorar: - Gözlerinin görmesini kim sağladı? - Rabbim. - Senin benden başka bir Rabbin mi var? - Benim Rabbim de senin Rabbin de Allah'tır. Hükümdar kızar, işin aslını öğrenen, delikanlının ismini alana kadar işkence ettirir. Genç hemen huzura getirilir. Padişah: - Sihrin körleri bile iyileştirecek seviyeye ulaşmış, herkese şifa veriyormuşsun. - Ben hiçbir derde şifa veremem, şifayı anacak Allah verir. Padişah, delikanlıya da rahibin ismini verinceye kadar işkence eder. Rahip huzura getirilir. Padişah: - Dininden dön. Rahip de teklifi rededer. Derhal başı kesilir. Delikanlı getirilir, "Diniden dön" teklifini rededer. Padişah onu yakın adamlarına vererek: - Onu falan dağa götürün, dağın tepesine çıkarın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa aşağı atın, der. Yola girerler. Uzun ve yorucu bir günün sonunda dağın tepesine ulaşırlar. Genç: - Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder. Dağ sarsılır. Delikanlının dışında hapsi yuvarlanıp gider. Delikanlı döner Padişaha gelir. Hükümdar sorar: - Seninle beraber gidenlere ne oldu? - Allah beni onlara karşı korudu. Padişah bu sefer onu bir başka gruba teslim etti ve: - Bunu bir gemiye bindirin, denizin ortasına getirin ayağına taş bağlayın, dininden dönerse serbest bırakın, yoksa denize atın, der. Genç: - Allahım, nasıl dilersen beni onlara karşı sen koru, diye dua eder. Gemi onlarla beraber alt üst olur. Delikanlının dışında hepsi boğulur. Döner. Padişah: - Seninle beraber gidenlere ne oldu? - Allah beni onlara karşı korudu. Sana emrettiğimi yapmadıkça beni öldüremezsin. - Nedir o? - Halkı, geniş bir meydana toplayacaksın, beni de hurma dalına asacaksın. Sonra ok torbamdan bir ok al, yayın tam ortasına yerleştir, daha sonra bağırarak "Delikanlının Rabbi olan Allah'ın adı ile" de, sonra at. Sen, böyle yaptığın takdirde beni öldürebilirsin, dedi.
Halk meydana toplanır. Denildiği şekilde yapılır. Ok atılır. Delikanlı ruhunu teslim eder. bütün bunlara şahit olan halk: - Delikanlının Rabbine iman ettik, derler. Padişahın adamları gelerek: - Çekindiğin oldu, halk iman etti. Padişah: - Hemen hendekler açın. İçinde ateşler yakın. Kim dininden dönmezse ateşe atın. Emir yerine getirilir. Sonunda kucağında çocuğu ile birlikte bir kadın gelir, ateşe düşmemek için bir an durur, sendeler. Kucağındaki çocuk dile gelir: - Ey anneciğim sabret. Çünkü hak din üzerinesin. ...ve çocuğun konuşmasıyla beraber.... | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:42 pm | |
| Hz. Büreyde (r.a.) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.s.)'a, Mâiz İbnu Mâlik el-Eslemî (r.a.) gelerek: - Ey Allah'ın Resûlü, ben nefsime zulmettim, zinâ fazihasını işledim, beni temizlemeni istiyorum" dedi. Resûlullah (s.a.s.) onu reddetti , geri çevirip meselenin üzerine gitmedi..
Ancak Mâiz ertesi gün tekrar geldi. Yine: - Ey Allah'ın Resûlü, ben zinâ fazihasını irtikab ettim!" diye ikinci sefer itirafta bulundu. Adamı ikinci sefer geri çeviren Resûlullah (s.a.s.) adamın kavmine birisini yollayarak: -Onun aklında bir noksanlık biliyor musunuz, normal bulmadığınız bir davranışına rastladınız mı?, diye tahkik ettirdi. Ancak hep beraber: -Biz onu gördüğümüz kadarıyla, aramızdaki sâlih kişilere denk akıl sahibi biliyoruz" dediler.
Mâiz üçüncü sefer müracaatta bulundu. Hz. Peygamber (s.a.s.) onlara yine birini göndererek adam hakkında sordurdu. Yine ne kendinde, ne aklında bir kusur olmadığını söylediler.
Adam dördüncü sefer müracaat edince, ona bir çukur kazdırdı. Taşlanmasını emretti ve taşlandı.
Gâmidiye adında bir kadın da gelerek: - Ey Allah'ın Resûlü, beni niye reddediyorsun. Görüyorum ki, beni de Mâiz gibi geri çevirmek istiyorsun. Allah'a kasem olsun ben hamileyim de!, dedi. Hz. Peygamber (s.a.s.): -Öyle ise hayır. Sen git ve çocuğu doğurunca gel,dedi.
Kadın gitti çocuğu doğurunca, bir beze sarılmış olarak çocukla geldi. -İşte çocuk, doğurdum!,dedi. Resûlullah (s.a.s.): -Git, sütten kesinceye kadar emdir, sonra gel!" buyurdu.
Kadın gitti, o çocuğu sütten kesince çocukla birlikte geldi. Çocuğun elinde bir ekmek parçası vardı. -Ey Allah'ın Resûlü, işte çocuk, sütten kestim, yemek de yedi" dedi.
Resûlullah (s.a.s.) çocuğu alıp, Müslümanlardan birine teslim etti. Sonra bir çukur kazılmasını emir buyurdu. Göğsüne kadar derinlikte bir çukur kazıldı. Bundan sonra halka taşlamalarını emretti. Herkes taşladı. Hâlid İbnu Velid (r.a.) elinde bir taş ilerledi, başına attı. Kan yüzüne fışkırmıştı, kadına küfretti. Resûlullah (s.a.s.) Hâlid'in kadına küfrettiğini işitince: -Ey Hâlid ağır ol!, dedi ve ilâve etti: - Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e kasem olsun, bu kadın öyle bir tevbe yaptı ki, şâyet alış-verişte sahtekârlık yapanlar aynı tevbe ile tevbe yapsalardı, onların bile mağfiretine yeterdi !
Sonra Resûlullah (tekfın) emretti. Kadının üzerine namaz kıldırdı ve defnedildi.
__________________ | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:43 pm | |
| Derviş Olduğun İçin
Sultan Mahmûd Gaznevî, bütün Asya'ya hâkim olduğu zamanda, Harkân şehrine yakın gelmişti. Adamlarından bir kaçını, Harkân'a Şeyh Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin huzûruna göndermiş ve Şeyh hazretlerini yanına çağırmıştı. Şeyh hazretleri buna karşılık, bir özür beyân ederek gitmek istemediler. Durum, Mahmûd Gaznevî'ye bildirilince, - Haydi kalkınız! Zîrâ o, bizim sandığımız kimselerden değildir. Biz ona gidelim, dedi. Sonra kendi elbisesini Kâdı İyâd'a giydirdi ve kendisi de silâhtar olarak, Kâdı İyâd'ın yanında Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'nin evine girdi. Mahmûd Gaznevî selâm verince, Ebü'l-Hasan hazretleri selâmını aldı. Fakat ayağa kalkmadı. Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'ye; - Sultan için neden ayağa kalkmadınız?diye sorunca, Ebü'l-Hasan, Sultan Mahmûd'a; - Mâdem ki seni öne geçirmişler, yanıma gel bakalım, dedi. Soruya o ânda cevap vermediler. Sultan Mahmûd Gaznevî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'ye; - Bâyezîd-i Bistâmî nasıl bir zât idi? diye sordu. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî: - Bâyezîd, öyle kâmil bir velî idi ki, onu görenler hidâyete kavuşurdu. Allahü teâlânın râzı olduğu kimselerden olurdu, diye cevap verdi. Sultan Mahmûd bu cevâbı beğenmedi ve; - Ebû Cehl, Ebû Leheb gibi kimseler, Fahr-i kâinâtı, Server-i âlemi nice kere gördüler. Fakat hidâyete gelmediler. Hâl böyle olunca, Bâyezîd'i görenlerin hidâyete geldiklerini nasıl söylüyorsun? dedi. O, Resûlullah efendimizden daha yüksek mi ki, iki cihânın efendisini, üstünlerin üstünü olan Allahü teâlânın sevgili Peygamberini gören, küfürden kurtulamadı da, Bâyezîd'i görenler mi kurtulur demek istedi. Ebü'l-Hasan; - Ebû Cehl ve Ebû Leheb gibi ahmaklar, Allahü teâlânın sevgili Peygamberini, insanların en üstünü olan hazret-i Muhammed (s.a.v) olarak görmediler. Ebû Tâlib'in yetimi, Abdullah'ın oğlu olarak gördüler. O gözle baktılar. Eğer, Ebû Bekr-i Sıddîk gibi bakarak, Resûlullah olarak görselerdi, eşkıyâlıktan, küfürden kurtulur, onun gibi kemâle gelirlerdi, buyurdu. Sultan Mahmûd Han bu cevâbı çok beğendi. Din büyüklerine olan sevgisi arttı. Sultan Mahmûd; - Bana nasîhat ediniz, deyince Ebü'l-Hasan-ı Harkânî; - Şu dört şeye dikkat et: Günahlardan sakın, namazını cemâatle kıl, cömert ol, Allahü teâlânın yarattıklarına şefkat göster, dedi. Sultan Mahmûd; - Bana duâ buyurun, deyince, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî; - Ey Mahmûd, âkıbetin makbûl olsun,dedi. Bunun üzerine Sultan Mahmûd, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'nin önüne bir kese altın koydu. Buna karşılık Ebü'l-Hasan, sultânın önüne arpa unundan yapılmış bir yufka ekmeği koydu. Sultan ekmekten bir lokma aldı. Fakat lokmayı yutamadı. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri; - Bir lokma ekmeği yutamıyorsun. İster misin, şu bir kese altın bizim de boğazımızda dursun? Biz paralarla olan alâkamızı kestik. Şu altınları önümden alınız, dedi. Sultan, Ebü'l-Hasan'ın paraları almasını çok istedi ise de, kabûl etmeyince, ondan bir hâtıra istedi. Ebü'l-Hasan hazretleri ona hırkasını verdi. Sultan Mahmûd giderken, Ebü'l-Hasan ayağa kalktı. Bunun üzerine Sultan Mahmûd; - Geldiğim zaman hiç iltifat etmemiştin, fakat şimdi ayağa kalkıyorsun. O hâl niye idi? Bu ikrâm nedir? diye sordu. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretleri; - Buraya pâdişâhlık gururu ile beni imtihan için geldin. Şimdi ise dervişlik hâliyle gidiyorsun ve dervişlik devletinin güneşi üzerinde ışıldamaya başladı. Önce gurur içinde olduğundan dolayı ayağa kalkmadım. Fakat şimdi derviş olduğun için ayağa kalkıyorum." dedi.
Sultan, sonra gazâya gitmek üzere Harkân'dan ayrıldı. Sevmenât'a geldi. İçine mağlûb olma korkusu düştü. Birden atından inip, bir köşede Ebü'l-Hasan hazretlerinin hırkasını eline alıp; - Yâ İlâhî! Şu hırkanın sâhibinin yüzü suyu hürmetine, şu kafirlere karşı bizi muzaffer kıl. Ganimet olarak ele geçireceğim her şeyi dervişlere vereceğim, diye duâ eder etmez, düşman tarafında bir toz-duman ortaya çıktı. Düşmanlar, bu toz-duman içinde birşey görmiyerek, kılıçlarını birbirlerine vurdular ve kendi kendilerini öldürdüler. Sağ kalanları dağılıp gitti. O akşam Sultan Mahmûd, rüyâsında Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerini gördü. Ebü'l-Hasan-ı Harkânî, Sultan Mahmûd'a; - Allahü teâlânın dergâhında, hırkamızın yüzü suyu hürmetine zafer kazandın. Eğer o anda isteseydin, kâfirlerin hepsinin müslüman olmasını sağlayabilirdin." buyurdu. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:43 pm | |
| Örtüyü Kaldırmasaydın
Bir gün Ebû Saîd, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî hazretlerinin yanına büyük bir kalabalıkla ziyâret için gelmişti. Hizmetçi kadın, arpadan yapılmış birkaç adet ekmeği, bir sepet içinde Ebü'l-Hasan-ı Harkânî'nin yanına getirdi. Ebü'l-Hasan hazretleri o kadına; - Şu ekmeklerin üzerine bir örtü ört ve oradan istediğin kadar ekmek çıkar,diye tenbih etti. Kadın denileni yaptı ve kalabalık bir halk topluluğuna, durmadan örtünün altından ekmek çıkardı. Fakat ekmekler bitmiyordu. Bir süre sonra kadın örtüyü kaldırınca, sepetin içinde hiçbir şey kalmadığı görüldü. Bunun üzerine Ebü'l-Hasan hazretleri; - Şâyet örtüyü kaldırmasaydın, kıyâmete kadar bunun altından ekmek çıkarıp duracaklardı,buyurdu." | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:43 pm | |
| ÖMER'E GELİN OLMAK Hazret-i Ömer r.a. Halife.. Her zamanki tedbili kıyafet haliyle.. Gece... Medine sokaklarını dolaşıyor dolaşıyor... Karanlık gece... Bir evin önünden geçmekte... Evden sesler gelmekte... Acaba ne oluyordu? Durdu. Kulak kabarttı. Dinlemeye başladı. Bir anne ve kızı. Anne: -Kızım, yarın satacağımız süte su karıştır! -Anne, Halife süte su karıştırmayı yasak etmedi mi? -Kızım, gecenin bu saatinde Halifenin nereden haberi olacak, O şimdi yatağında uyuyor. -Anne! Anne! Halife uyuyor, haberi olmaz diyorsun! Herşeyi bilen, gören ve herşeye kâdir olan Allahü teâlâ bizi görüyor, hâlimizi biliyor! Hilemizi insanlardan gizleyebiliriz, fakat herşeyi bilen ve gören Allah'tan nasıl gizlersin?
Hazret-i Ömer, bu kızın güzel ahlâkına çok hayran kaldı. Bu durumu hanımına da anlattı. Sonra da , o kızı oğlu Âsım'a nikâh etti. Kız Ömer'e gelin oldu.
Ömer'e gelin olmak o kadar kolay ki... Allah'ın her şeyi bildiğini ve gördüğünü bilmek, ondan bir şey gizlenemeyeceğini idrak etmek ve o hal ile yaşamak o kadar o kadar kolay ki... Gelin olunacak Ömer'mi, her devirde bir Ömer bulunur, yeterki o güzel ahlak olsun. Ömer bulur Ömer'e buldurulur...
__________________ | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:43 pm | |
| Hz. ÖMER'E NEDEN FARUK DENDİ Bir münâfık ile bir yehûdî, bir husûsda anlaşamadı. Yehûdî da'vâyı hâlletmek için, Sultân-ı Enbiyâ hazretlerinin meclis-i şerîflerine gelmek istedi. Münâfık da yehûdîlerin re'îsi Ka'b bin Eşrefe gitmek istedi. Sonunda, Resûlullahın 's.a.v.' katına geldiler. Da'vâyı yehûdîye hükm buyurdular. Münâfık o hükme râzı olmayıp, hazret-i Ömerin 'r.a.' huzûruna da'vâyı halletmesi için geldiler. Yehûdî, mâcerâ ve da'vâyı hazret-i Resûlullahın huzûruna varıp, Resûlullah hazretlerinin kendisine hükm eylediğini, münâfıkın ise buna râzı olmadığını anlatdı. Hazret-i Ömer 'r.a.' o münâfıkdan, anlaşmazlığı süâl buyurdular ki, - Bu yehûdînin anlatdığı gibi midir. Münâfık, - Evet, öyledir. Ammâ ben Peygamberin hükmüne râzı olmayıp, geldim ki, sen hükm edesin, dedi. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdu: - Siz yerinizde durunuz. Gelip, sizin için hükm edeceğim. Varıp, evlerinden kılıncını aldı. Geldi ve münâfıkın boynunu vurdu. Buyurdu ki: - Allahü teâlânın ve Resûlünün hükmüne râzı olmıyan kimseye ben böyle hükm eylerim.
O vakt, Cebrâîl aleyhissalâtü vesselâm âyet ile gelip, hazret-i Ömere 'r.a.' hak ile bâtıl arasını ayırt etdi demek olan Fârûk lakabı verildi. Âyet-i kerîme budur: (Şu kimseleri görmezmisin, sana ve senden öncekilere indirilen kitâblara inandıklarını zan ederler. Muhâkeme olunmak için tâgûta gitmek isterler..) | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:43 pm | |
| Ömer'in Müslüman Oluşu Bir perşembe gecesi, Habîb-i ekrem 's.a.v.', Ömer 'r.a.' hakkında düâ etdi. Düâsı kabûl oldu. Buyurdular ki, - Yâ Rabbî! Şu iki kişiden hangisi sana sevgili ise dîn-i islâmı onun ile azîz eyle. Ömer bin Hattâb veyâ Amr bin Hişâm.
Ertesi gün, Kureyşin büyükleri Haremde toplandılar. - İşbu Ebû Tâlibin yetîmi Muhammed Mustafâ 's.a.v.' zuhûr edip, âbâ ve ecdâdımızın dînini ibtâl etdi. Putlarımız için, fâide ve zarar vermez diye kötüledi. Gayretine dokunmuyor mu ki, yâ Ömer, bu denli kudret ve heybetin, izzet ve satvetin var iken, putlara yardım etmeyi, onu öldürmeği düşünmüyor musun, diye tahrîk etdiler.
Hazret-i Ömerin câhiliyye damarı kalkdı. Sonu kötü olan bir gayretle, kılıncını takındı. Resûlullah 's.a.v.' hazretlerini öldürmeğe giderken, Benî Zühreden Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' hazretlerine rastladı. - Yâ Ömer, nereye gidersin dedikde, cevâb verip, - Şu Kureyşin büyüklerine ahmak diyen ve putlarımıza bâtıl diyen, Muhammedi katl etmeğe gidiyorum, dedi. Nu'aym 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Yâ Ömer! Hayret edilecek bir işe yeltenirsin. Başa çıkamıyacağın sevdâya düşmüşsün. Eğer bu işi başarırsan, Benî Hâşim ve Benî Zühre seni sağ koyacaklarını mı sanıyorsun. Yürü var, işine git, deyince, Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Yâ Nu'aym! Yoksa sende mi, Muhammedin dînine girdin. Eğer öyle ise, evvelâ seni katl edeyim. Nu'aym hazretleri dedi: - Muhammedin dînine sâdece ben mi girdim, sanırsın. Kız kardeşin ve enişten de girmişlerdir. Ömer, bu haberi işitince, gadabı dahâ fazla olup, nereden ma'lûm onların müslimân oldukları, dedi. Nu'aym dedi: - Eğer inanmaz isen, kız kardeşinin evine var. Bir koyunu kendi elin ile boğazla, pişirsinler. Onlar senin boğazladığın koyunu yimezler ise, o zemân bilmiş olasın ki, onlar islâm dînine girmişlerdir. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' o tehevvür ile gidip, kapılarına vardı. İçeriden kulağına bir ses geldi. Dikkat ile dinledi. Anladı ki, okudukları kelâm, hiç insan sözüne benzemez. Meğer o vakt Tâhâ sûresi nâzil olup; hazret-i Fahr-i kâinât aleyhi efdalüttehıyyât, muhâcirînden Habbâbı 'radıyallahü anh' onlara göndermişdi. Onlara, o sûrenin âyetlerini ta'lîm ediyordu. O vakt, bunlar hazret-i Ömerin korkusundan, kapıyı bağlamışlardı. Ta'lîm ile meşgûl iken, hazret-i Ömer kapı ardından dinledi. Dinledikçe, istidâdlı kalblerine, ezelî olan kelâmın rahmânî nûrları gelmeğe başlayıp, şeytânî küfr zulmeti mahv olmağa başladı. Sabr etmeğe mecâli kalmayıp, kapıya eli ile vurdu. Kapı bağlanmış idi. Dikkat kesildikleri gibi, içeride olanlar, korkularından susdular. Habbâbı 'radıyallahü anh' gizlediler. Sûre-i kerîmeyi saklayıp, kapıya bakdılar ki, gelen hazret-i Ömerdir 'r.a.'. Kılıncı yanında, heybetle ve satvetle gelmiş ki, yüzlerine bakmaz. Kız kardeşi, - Hoş geldiniz deyip, içeri alıp, oturdular. Gelmelerinden dolayı, yiyecek tedârik edip, koyun getirdiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' kalkıp, kendi boğazladı. Pişirdiler. Hazret-i Ömer, ezelî kelâmın te'sîrinden mest olmuş, ne konuşmağa mecâli ve ne oturmağa sabrı ve karârı var idi. Ne hâl ise, taâmı pişirip, ortaya getirdiler. Hazret-i Ömer dedi, gelin berâber yiyelim. Her biri bir özr behâne edip, yimediler. Kendileri de birkaç lokma aldılar. Dîn-i islâma girdiklerini tahkîk edip, hayreti de çoğaldı. Taâmı [yiyeceği] kaldırdıkdan sonra, süâl buyurdular ki; - Okuduğunuz ne idi. Onlar okuduklarını inkâr eylediler. Korkularından konuşmağa başladılar. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki, - Bilmiş olunuz ki, ben Kureyş arasında kılınç bağlayıp, o da'vâ ile geldim ki, varıp, Muhammedi katl edeyim. Yolda gelirken, sizin de Muhammedül-emînin dînine girdiğinizi işitdim. Geldim ki, evvelâ sizi katl edeyim. Sonra Muhammedi katl edeyim. Lâkin, kapıya geldim. Kulağıma bir ses geldi. Dinledikce o kelâmın lezzeti bir hâl verdi ki, o kötü fikr benden gidip, kalbime şevk ve muhabbet dolup, beni tedirgin eyledi. Elbette inkâra mecâl vermeyip, getirin okuduğunuzu, dinleyelim, dedi. Kız kardeşi ve eniştesi, bu sözü işitdiklerinde, sevindiler. Kalbi islâm tarafına meyl etmişdir diyerek, dediler ki, - Okuduğumuz, Allahü teâlânın ezelî olan kelâmıdır. Hak Sübhânehü ve teâlâ, hazret-i Cebrâîl aleyhisselâm vâsıtası ile, Resûl-i ekrem 's.a.v.' hazretlerine indirmişdir. Dinlemek istersen, evvelâ gusl eyle. Ondan sonra okuyalım, göresin.
Hazret-i Ömer 'r.a.' kalkıp, huzûr-ı kalb ile, gusl edip, gelip, kıbleye dönüp oturdu. Kız kardeşi kalkıp, ta'zîm ve tekrîm ile, sûre-i şerîfi eline alıp, (Bismillahirrahmânirrahîm). (Tâhâ ...) diye okumağa başladı. Nazm-ı şerîfin fesâhat ve belâgatinden, kalbi çok yumuşadı. (Ben o Allahım ki, benden başka ibâdete müstehak ilâh yokdur. O hâlde yalnız bana ibâdet et ve beni hâtırlaman için nemâz kıl) meâlindeki Tâhâ sûresinin 14.cü âyetine gelince, Kur'ân-ı kerîmin nûru kalbine nûrâniyyet verip, Kur'ânın eseri açığa çıkıp, küfr ve şekâvet zulmeti gitmeğe başladı. Dedi ki, beni, iki cihânın fahri, Muhammed Mustafâ 's.a.v.' hazretlerinin huzûruna ulaşdırın. O sırada Habbâb bin Erat, perde arasından dışarı çıkıp, dedi ki, - Yâ Ömer, müjdeler olsun sana ki, Allahü teâlâya, Resûlullah 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' hazretlerinin etdiği düâsı, senin hakkında, kabûl oldu. Allahü teâlâya hamd olsun. Sevinerek, önüne düşüp, hazret-i Sultân-ı Enbiyânın olduğu eve götürdü. Bütün Eshâb-ı güzîn 'rıdvâaaaaahi teâlâ aleyhim ecma'în', hazret-i Ömerin geldiğini görünce, hazret-i Fahr-i kâinâta haber verdiler. - Bırakın gelsin. Başında devlet var ise îmâna gelir, buyurdu. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' hazret-i Peygamberin 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' mubârek nûr cemâlini müşâhede ile müşerref oldu. Resûl-i ekrem hazretleri buyurdular ki, - Yâ Ömer, dahâ küfr ve şekâvetden vazgeçmek yok mu? Hazret-i Ömer, Peygamberin mubârek cemâline nazar edip, kelâmını duyup, nazarlarına kavuşunca, hemen karârsız kalmayıp, yüksek dergâhlarına yüz sürüp, sonra, - Yâ Resûlallah, hiç şek ve şübhe kalmadı. Hak Peygambersin. Bana îmânı arz eyle, dedi. (Eşhedü en lâ ilâhe illallah. Ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh) deyip, şecere-i îmânı [îmân ağacını] temîz kalbine dikdi. Cümle Eshâb-ı güzîn 'rıdvâaaaaahi teâlâ aleyhim ecma'în' tekbîr getirip, sürûr-ı kalb ile, hazret-i Ömer ile kucaklaşıp, boynuna sarıldılar. Allahü teâlâ hazretlerine hamd ve senâ eylediler. Resûlullah 's.a.v.' buyurdu; - Su getirdiler. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' temizlenip, gusl eyledi. Ona Kur'ân ta'lîm buyurdular. Kalbini îmân nûru ile doldurdular. Nemâzı ve diğer dîni erkânı ta'lîm eyledi. Hazret-i Ömer onları gördü ki, mağara gibi gizli bir yerde dururlar. Dedi ki, - Yâ Resûlallah! Bu ne aaafiyetdir ki, bu mağarada ihtifâ buyurdunuz. Se'âdet ile buyurdular ki, - Müşriklerin mü'minlere ezâ ve cefâsından dolayı burada dururuz. Hazret-i Ömer 'radıyallahü teâlâ anh' dedi ki, - Onlar puta gündüz taparlar. Önünde âşikâre yer öperler. Niçin biz, Hâlıka gizli taparız, yâ Resûlallah. Buyurun billahi varalım, biz de Harem-i beyt-i şerîfde nemâzı âşikâre kılalım. Görelim, bize kim mâni' olur. Fahr-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' kalkıp, Sahâbe-i güzîn 'rıdvâaaaaahi teâlâ aleyhim ecma'în' ile berâber, hazret-i Ömer önlerinde, elinde yalın kılınç, Beyt-i şerîfe doğru yürümeğe başladılar. Kureyş müşrikleri önlerinde, hazret-i Ömeri böyle gördüklerinde, sevinip, dediler ki, - Meğer Ömer bunların hepsini esîr etmişdir, ki getirip karşımızda kırmak ister. Yanlarına geldiklerinde, gördüler ki, hazret-i Ömer bunların herbirine güzel muâmele edip, bunlar ile karışmış güle-güle söyleşip gelirler. Ebû Cehl la'în bu hâli gördü. Müslimân olduğunu anladı. - Âh! Gördünüz mü? Muhammed Ömeri de, kendi dînine döndürmüş. Ben size demedim mi ki, sihrle Muhammed onu aldatır, kendine uydurur. Siz dediniz ki, böyle olmaz. Eyvâh, gelin görelim, şimdi ne yapalım. Ve ona ne söyliyelim. Yakınına geldiler. Hazret-i Ömer 'r.a.' kılıncı kaldırıp dedi; (Nazm) Durun ben geliyorum, bize kıyâma durun, Genç, ihtiyâr, yaşlı hepsi, efendi köle olsun. Dîn-i islâmı teblîg için, Allah gönderdi, Bize Peygamber olan Muhammedi 'aleyhisselâm'. Açığa çıkardı, güzel islâm dînini, Putlar yıkıldı, kalmadı hükmleri. Döndüm Hakka, bunun dînine girdim, Ey Kureyş! Hepiniz avam ve has böyle bilin!
Kâfirler, bu hâli görüp, içlerinde telâşlanıp, it gibi çağrışdılar. Ebû Cehl la'în, yüksek sesle dedi ki, - Görün Muhammedi ki, Kureyşin büyüklerini müslimân yapmağa başladı. Bu işler bize azdır. Dedim, gelin onlar çoğalmadan, öldürelim, aldırmadınız. Şimdi ejderhâ oldu. Kâfirler, hazret-i Ömerden korkup, hiçbir mü'mine el uzatmağa kâdir olmadılar. Her birinin dudağı kuruyup, kaldı. Server-i âlem 'sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem' ileri yürüyüp, Hacer-ül esved ile bâb-ı Kâ'be-i şerîf arasında durup, nemâzı o gün âşikâre kıldılar. Gerçi kâfirler çok idi. Mü'minler az idi. Nemâz bitdikden sonra kalkıp, Kâ'beyi ta'vâf etdiler. İbni Mes'ûd 'radıyallahü teâlâ anh' buyurdular ki, hazret-i Ömerin 'radıyallahü teâlâ anh' müslimân olması, mü'minlere feth ve nusret ve rahmet oldu. O müslimân oluncaya kadar dîn-i islâm âşikâre olmadı. Kâ'be-i mu'azzamada, müslimânlardan hiç kimse nemâz kılmamış idi. Nakl edilmişdir ki, hazret-i Ömer 'radıyallahü anh' îmâna geldikde, Peygamberimiz 's.a.v.' hazretleri, mubârek elini Ömerin 'radıyallahü anh' göğsüne koyup, üç kerre buyurdular ki, - Yâ Rab! Bunun sadrında olan gereksiz sıfatı [göğsünde bulunan kötü sıfatı] ve illeti [hastalığı] çıkarıp, onun yerine îmân ve hikmeti ver. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:44 pm | |
| ÖLÜM DOĞURAN NİKÂH Abbasî halifesi Harun Reşid'in önde gelen devlet adamlarından Cafer el-Bermekî (Ö.187/803), üstün bir alim, zarif bir edib ve pek cömert bir zengin olarak tanınıp sevilmişti. Çeşitli yerlerde valilik ve komutanlık yapmış başarılı bir idareciydi. Halifenin çok sevip takdir ettiği bir yakını ve yardımcısıydı. Babası Yahya el-Bermekî ise Harun Reşid'in veziriydi.
Harun Reşid, Cafer'i ve çok sevdiği kızkardeşi Abbase'yi yanından hiç ayırmazdı. Sohbet meclisinde onları da hazır bulundururdu. Harun, Cafer ile Abbase'nin aynı meclis ve sofrada meşru olarak buluşup görüşmelerini sağlamak için, Cafer'e çok fazla yaklaşmamak şartıyla Abbase'yi nikâhlama teklifinde bulundu. Cafer'in kabulü üzerine, Abbase'yi onunla nikâhladı.
Cafer ve Abbase, sohbetlerden sonra Harun kalkıp gidince başbaşa kalırlardı. Cafer verdiği sözün gereği Abbase'ye ilişmiyordu. Fakat Abbase rahat durmadı. Bir fırsatını bularak, zayıf bir anında Cafer'e nikâhın gereğini yaptırdı ve Cafer'den hamile kalarak bir oğlan çocuğu doğurdu. Halifeden korkan Abbase, çocuğu gizlice Bağdat'tan Mekke'ye gönderdi. Harun Reşid o sene hacca gitmiş ve işin gerçeğini öğrenmişti. Bu duruma fena halde sinirlenmişti. Cafer'in artan kudreti, nüfuzu, bazı icraatları ve harcamaları da halifeyi ürkütüyordu. Nikâhın neticesi ise bardağı taşırdı. Bir hayatla birlikte bir ölüm doğdu. Cafer-i Bermekî, Harun Reşid'in emriyle idam edildi. Derler ki, Cafer'in babası Yahya o yıl hac sırasında Kâbe'nin kapısında şöyle dua etmişti: 'Allahım! Eğer beni günahlarım yüzünden cezalandıracaksan, çoluk-çocuğum ve mallarımı almakla da olsa senin rızana ulaşmam için cezamı dünyada ver, ahirete bırakma.' Yahya'nın duası kabul edilmişti. Oğlu Cafer idam edilmiş, kendisi de hapiste ölmüştür. (2) | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:44 pm | |
| ÖLÜYÜ DİRİLTEMEM
Trablusşam Nakîb-ül-eşrâfı Şeyh Abdülfettâh Zağbî Efendi, Yûsuf Nebhânî hazretlerine şöyle anlatmıştır:
Bir defâsında bir arkadaşımız hastalanmıştı. Abdullah ibni Şeyh Hıdır ez-Zağbî'yi de yanımıza alıp ziyâretine gitmek istedik. Onu götürmekten maksadımız hastanın bereketlerinden istifâde ederek şifâya kavuşması idi. Ancak gitmek istemedi. Çok ısrar edince kabûl edip bizimle geldi. Hastanın yanına vardığımızda, şiddetli hastalığından hiç bir eser kalmadı.
Ayağa kalkıp bizi karşıladı.
-Hoş geldiniz." deyip konuştu. Ziyâreti yapıp yanından ayrıldık. Ayrılıp giderken yolda Şeyh Abdullah hazretleri;
- Ben ölüyü diriltemem, dedi.
Bu sözüyle ziyâretine gittiğimiz kişinin öleceğine işâret etmişti. Dedim ki:
- Onun yüzünde hiç ölüm işâreti yok."
Yine;
- Ben ölüyü diriltemem, buyurdu.
Sonra memleketine gitti. Hasta arkadaşımız iyileşti çarşıya pazara çıkıp dolaştı. Ben Şeyh Abdullah hazretlerinin işâretine ve diğer taraftan da hastanın sıhhate kavuşmasına hayret ediyordum. Çünkü o öleceğine işâret etmişti. Hasta ise sapasağlam olmuştu. Aradan on gün kadar geçti. Bir gün o arkadaşın evinin bulunduğu taraftan ağlama sesleri işittim. Merak edip sorunca, arkadaşımızın vefât ettiğini öğrendim. O zaman Şeyh Abdullah'ın kerâmetini anladım. (1) | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:44 pm | |
| Öğüt Birgün Emir Süleyman Pervane, Mevlana'dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulumuştu. Mevlana, dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: - Emir Pervane, Kur'anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu? Dedi. Pervane: - Evet. - Ayrıca, Şeyh Sadreddin'den hadis ilmi okuduğunu da duydum. - Evet doğrudur. Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: - Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun... O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis'in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın. Pervane, bu sözler üzerine ağlıyarak dışarı çıkar. | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:44 pm | |
| OYUNCAK SATIN ALACAĞIM
Sırrî-yi Sekâtî anlatıyor: Bir bayram günü hazreti Ma'rûf'u hurma toplarken gördüm ve; - Bunları ne yapacaksın?diye sordum. O da; -Şu çocuğu ağlarken gördüm ve niçin ağladığını sordum. Bana yetim olup anne ve babasının olmadığını, arkadaşlarının yeni elbiseleri ve oyuncakları olup kendisinin olmadığını söyledi. Şimdi bunları toplayıp satacağım, ağlamayıp oynaması için ona oyuncak satın alacağım, dedi. Bunun üzerine; -Bu işi bana bırak, deyip çocuğu alıp götürdüm. Yeni güzel elbiseler ve oynaması için bir oyuncak aldım. Çocuk o zaman memnun oldu. Bundan sonra kalbime bir nur geldi, kalbim parladı ve hâlim bambaşka oldu." | |
| | | Warrior Co Admin
Başarı Puanı Başarı Puanı: (45/258)
| Konu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 2 Cuma Haz. 25, 2010 12:44 pm | |
| Şeyh Ebu Said Ebu'l Hayr (k.s.) Hazretleri, daha henüz küçükken babası onu almış Cuma namazına götürmekte idi. Yolda zamanın manevi reisi Şeyh Ebu'l Kasım Hazretlerine rastladılar. Şeyhi, çocuğun babasına: - Bu çocuk kimindir? diye sordu. O da: - Bizdendir ya Şeyh!, dedi. Şeyh onların yüzüne bakarak gözleri yaşardı. Sonra da babasına: - Ya Ebu'l Hayr, bizim dünyadan gitme zamanımız gelmiştir, fakat makamı boş görerek üzülmüştüm. Fakat şimdi senin çocuktan öyle anlıyorum ki müslümanlar istifade edecek derecede mânevi kabiliyet var. Cuma namazından sonra bu çocuğu bizim eve getir, dedi.
Namazdan sonra çocuk ve babası Şeyhin evine gittiler, dergahına giridiler... Dergahta kışlık yiyeceklerin konduğu yüksekçe bir yer vardı. Şeyh oraya bir ekmek koymuştu. Çocuğun babasına: - Oğlunu omuzuna alda, o yukarıdaki ekmeği indirsin, buyurdu. Babası oğlunu omuzuna alıp kaldırdı. Çocuk elini uztıp 30 yıllık ekmeği aldı ve yere inip Şeyhe verdi. Ekmek sıcacıktı.
Şeyh Ebu'l Kasım Hazretleri ekmeği aldığı zaman gözlerinden yaşlar akmaya başalmıştı.Ağlayarak ekmeği ikiye böldü, bir parçasını çocuğa verdi., bir parçasını da kendi yedi. Babasına hiç vermedi. Çocuğun babası: - Ya Şeyh, bu arpa ekmeğinden bir parça da bie nasip olmayacak mı? dediğinde, Şeyh: - Ya Ebu'l Hayr! Otuz senedir, bu ekmek orada durmakta idi. Ban bu ekmek kimin elinde yeni fırından çıktığı gibi kimin elinde sıcak olursa, onda alemin istifa edeceği vaafedildi. Bu vaadin tamamı senin oğlunda olsa gerektir. O zatın senin oğlun olması şeref olarak sana yetmez mi? buyurdu.
Şeyh Ebu'l Kasım Hazretleri, kendi yerini alacak "Büyük Veli" yi bulmuştu. | |
| | | | Dini Hikayeler Arsivi 2 | |
|
Similar topics | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |
|