Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Asd10
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Asd10
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Dini Hikayeler Arsivi 1

Aşağa gitmek 
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3
YazarMesaj
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:18 pm

Bir varmış, bir yokmuş.
Bu dünyada gerçekleri, çocuklar kadar iyi anlayan hiç kimse yokmuş.
Masallar gerçekleri, gerçekler de masalları anlatınca; büyüklerin işi
sayılmayacak kadar çokmuş.

Bir zamanlar, iki hanım arkadaş yaşarmış. Gül bakışlı, oldukça yaşlı bu
iki can ciğer dosttan birinin adı Medîne, diğerininki Zemzem'miş.
Gençliği, güzelliği, upuzun bir mâziyi beraberce uğurlamış bu iki hanım.


İhtiyarlığa da adım atmışlar beraberce. Ve yine beraberce
ihtiyarlamışlar.

Çoluk çocuğu baş göz edip, eri-erkeği yerlerine yerleştirince, birden
yapayalnız kalmış Zemzem ile Medine.

İki dost, âhir ömürlerinde yalnızlığı da paylaşmışlar.

Aynı evde beraberce yaşamaya başlamışlar.

Giden yıllar çok şeyler götürmüş ikisinden de. Medine'nin bacakları
tutmaz olmuş. Gece gündüz dinlemeden romatizması habire yokluyormuş.
Ayağa ne zaman kalksa, canı çok yanıyormuş. Zemzem dinçmiş,
kuvvetliymiş. Kendi işlerinin yanında Medine'nin de ihtiyaçlarına
bakıyormuş ya... Aklı başında hiç değilmiş. Her şeyi unutur olmuş
zamanla. Bir namazda kırk bir kere şaşırıyor, kırk bir kere tekbir alıp
kırk bir kere yeniden başlıyormuş.

Birgün; Ramazan ayının arefesinde, öğle vakti Medine yatağında uzanmış
uyuyormuş. Mutfaktan gelen bir gürültüyle uyanmış. Şehadet mi getirsin?
Besmele mi çeksin? Dilini, dediğini çevirene kadar eli ayağı kesilmiş.
Kalbi hızlı hızlı çarpmış, tansiyonu yükselmiş. Ne oldu? Kim o? Rüya mı,
gerçek mi, toparlayamadan Zemzem söylenerek içeri girmiş;

"-Seni sümüklünün pistanı! Seni gidi muratsız hey... Bunca işimin
arasında bir bu eksikti."

"-Ne oluyorsun ayol? Ödümü patlattın? Kim var? Kime söyleniyorsun?"
demiş Medine.

Zemzem soluk soluğa yatağın kenarına oturmuş:

"-Uyuyor muydun sen? Aaaa sese uyandın? Yüzün bembeyaz olmuş Medine. Su
getireyim mi?"

"-Yok su felan istemem. İyiyim." demiş Medine, ama çarpıntısı geçmemiş.

Zemzem biraz yatışınca anlatmış olanı:

"-Ocağa buğday koymuştum, kabarsın diye. Yarın Muharrem bir, dedim;
önceden haşlayayım, ayın onu gelince nevalesini katıp aşure yaparım.
Abdest almaya diye gittim. Tangır tungur mutfak peşimden geldi. Anam
koştum ne göreyim? Kedi camdan gir, tencereye dal, bir güzel devir, yer
gök buğday." Biraz durmuş :

"-Bu odaya niye geldim ki? He, yer bezini soracaktım. Yer bezi nerde?"
Medine arkadaşının bu haline şaşmış kalmış.

"-Bırak yeri bezi yahu, ne aşuresi Zemzem? Ne buğdayı? Ne bezi? Sen
iyice karıştırdın. Muharrem değil ayol, gelen Ramazan, Ramazan!.. Ay bu
kadın hepten bunadı. Bana yaşlandın diyorsun, ama benim bacaklarımdan
başka derdim yok. Sen göçtün arkadaşım. Aklın fikrin kalmadı."

Medine böyle söylediği zaman, Zemzem çok kırılıyormuş. Yaptığı hataya mı
kızıyor, yoksa unutkanlığına mı, ayıramıyormuş. Çok zaman ne hata
yaptığını bile hatırlamıyormuş.

"-Ben sana ne zaman yaşlı dedim ahretlik ? Hiç hatırlamıyorum."

"-Sen onu bunu boş ver. Diyelim ki, Muharremin biri. Aşure onunda. Ne
yapacaktın o buğdayı on gün? Ekşir diye düşünmedin mi? Allah, yâ sabır.
Bayat bayat konu komşuya dağıtıp, el âlemin midesini bozacak." demiş,
Medine biraz ileri gitmiş. Zemzemi küstürmüş, kenara çekilmiş.

O gece sahura kalkmışlar. Sofrayı kurmuşlar, oturup yemişler. Ama hiç
konuşmamışlar. İmsaka az kala Zemzem helva getirmiş. Arkadaşının ne
kadar sevdiğini bildiğinden, günlerdir canı çektiği hâlde bir dilim bile
yememiş. Tabağı Medine'nin önüne koymuş.

"-Ramazanlık ayırmıştım seversin diye. Yesene Medine." Medine'nin
kızgınlığı sönmemiş hâlâ.

"-Nasılsa her şeyi unutuyor. Ben şuna bir oyun atayım." diye içinden
geçirmiş.

"-Bıçak getir de keselim Zemzem." deyip, Zemzem'i mutfağa göndermiş.

O mutfaktan gelene kadar helvanın hepsini yemiş, bitirmiş. Zemzem içeri
geldiğinde:

"--Ahretlik, hani helva?" diye sorduğunda, Medine'nin cevabı hazırmış:

"-Kız yine mi unuttun? Yedik ya..."

Zemzem; arkadaşının kızmakta haklı olduğunu, gün geçtikçe bu hâlinin
kötüye gittiğini düşünüp kederlenmiş.

Sofrayı toplamışlar, oruca niyetlenip, namaz kılıp yatmışlar. Sabah olup
Zemzem uyandığında, Medine'yi yatağında hüngür hüngür ağlıyorken görmüş
:

"-Hayır olsun cancağızım. Bir yerin mi acıyor? Rüya mı gördün? Korktun
mu? Ne oldu?"

Gerçekten de bir rüya görmüş Medine. Rüyasında; Otuz Ramazan günü, otuz
öğle vakti, otuz tabak helvayı, otuz defa unutarak yediğini görmüş. Otuz
defa içi yanmış, otuz defa orucunu hatırlamış, ama otuzunda da harârete
dayanamamış. Otuz bardak su içmiş. İçtikçe yanmış, yüreği kabarmış.

Uyanmak üzereyken kulağına seslenmişler:

"-Yazalım, unutulmasın. Unutkan helvacıya, âhir ömründe otuz kaza, otuz
da kefaret..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:18 pm

Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki
bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor
ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük
bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk
vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği
kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin
alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun
baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle
durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı
fırlayıp:
- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller
bir harika!.
Çocuk, ona dönerek:
- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım
doğuştan eksik.
- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam
insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya
da vicdanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı
sürdürdü:
- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.
Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?
- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama
ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.
Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar,
hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:
- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp:
- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.
- İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda
20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.
Çocuk biraz düşünüp:
- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?
- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir
çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam
ederek:
- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.
- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.
- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5
lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir,
sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana
girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama
adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu
oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.
- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun
olurum.
Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere.
Eski bir ayakkabı, para eder mi?
- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan
haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar.
Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi.
Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın,
heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz
gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:
- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..
Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük
kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir
günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden
doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir
tebessümle teşekkür edip:
- Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’
demişti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:18 pm

Birgün Emir
Süleyman Pervane, Mevlana'dan kendisine öğüt vermesi için ricada
bulumuştu. Mevlana, dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu.
Mevlana, bir zaman düşündükten sonra:
- Emir Pervane, Kur'anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu? Dedi.
Pervane:
- Evewt.
- Ayrıca, Şeyh Sadreddin'den hadis ilmi okuduğunu da duydum.
- Evet doğrudur.
Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu:
- Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun... O
sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis'in emrine uyamıyorsan,
benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın.
Pervane, bu sözler üzerine ağlıyarak dışarı çıkar.















__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:18 pm

HZ .Musa ve çoban Bir kişinin
ibadet ettiği Tanrısına derin saygı ve hürmetini hangi yolla ifade
ettiği pek önemli değildir. Önemli olan ibadetinde ne kadar samimi
olduğudur. Tanrının bir evinde biz insanları şapkalarını taşımadan
girdiklerini görürüz. Hindistanda, İranda, Arabistanda insanlar ise
camiye giderlerken başlarına türban takarlar. Bu onların örf ve
adetidir. İnsan dua ederken ayakta mı duruyor, oturuyor mu, diz mi
çöküyor veya yere uzanıp secde mi ediyor ya da topluluk halinde yalnız
olarak mı ibadet ediyor ! Bunların hiçbirinin önemi yoktur. Önemli olan
ibadet eden kişinin saf ve temiz olması ve kişinin zihin ve his
dünyasının Tanrıyla bağlantı halinde olmasıdır. Samimiyet ve ciddiyet ve
doğruluk bu konuda çok önemlidir.

Bir çiftçinin çocuğunun hikayesi bu konuyu çok güzel anlatır. Bir
çiftçinin çocuğu günlerden bir gün babasının davarlarını ormanda
güderken, köyünde bir din sahibi hocanın geldiğini öğrenir. Bu hoca
Tanrı hakkında insanlara bilgi vermekte ve Tanrının isimlerini övmekte
ve yüceltmektedir. Çocuk duyduklarından çok etkilenir ve tekrar ormana
koyun gütmeye gittiğinde içine doğal olarak bir ibadet etme, Tanrıya
yönelme isteği duyar. Ormanda yalnızken yüksek sesle Allah’la konuşmaya
başlar. “Allah’ım senin hakkında çok şeyler işittim. Sen ne kadar
iyiymişsin, ne kadar nazikmişsin. Şu anda yanımda olmanı çok isterim.O
zaman sana büyük saygı ve hürmet gösterirdim. Koyunlarıma dikkat
ettiğimden daha çok sana dikkat ederdim. Hatta en sevdiğim tavuklarımdan
bile sana daha çok ilgi gösterirdim. Yağmur yağsa seni, benim ahırımda
korurdum. Soğukta ise sana kendi yorganımı verirdim. Güneşin sıcağında
da seni yıkayarak korurdum. Kucağımda seni uyutur ve şapkamla da seni
serinletirdim. Daima sana bakar, dikkat eder seni kurtlardan da
korurdum. Kuvvet helvası ekmeğinden yedirir, ayran içirirdim. Eğlenmen
için şarkı söyler, dans eder ve kavalımla senin için müzik çalardım.
Allah’ım ne olur gel, beni ziyaret et. Gör ben sana nasıl bakarım.” O
sırada Musa, Tanrının elçisi, aynı yerden geçer. Bu genç çocuğun tüm
dediklerini duyar ve çok kızar. Çocuğa seslenerek “delikanlı, ne kadar
aptal birisin ki, Tanrıyla böyle bir konuşma içine girebildin. O tanrı
ki, bilinmeyen ve görünmeyendir. Gökyüzündedir, onun önünde
dayanabilecek hiçbir kuvvet, hiçbir güç yoktur. O en güçlü, en kuvvetli
odur. Her türlü şeklin, ismin ve rengin ötesindedir. Her türlü insanın
yapabileceği mukayesenin ve düşüncenin üzerindedir o.” Musa peygamberin
laflarını duyan genç çok üzülür ve korkar yaptığından dolayı. Yürümesine
devam eden Musaya biraz sonra Allah-ü Tealadan bir vahiy gelir. “biz
senin bu işte hiç de hoşnut değiliz. Sen bizi bilmediği halde, yine de
bizi çok seven bir kulumuzun kalbini kırdın ve üzdün. Bizden
uzaklaştırdın. Belki o bizi senin bildiğin kadar bilmiyordu ama genede
bildiği kadar, anladığı kadar bize yönelmişti. Onun kapasitesi o anda o
kadardı. Bizi sevenlerimizin tümü farklı şekillerde ve sevgilerinin
farklı kapasitelerine göre bizi resimlendirirler. Ve biz hangi şekil ve
kıyafetle olursa olsun bize gönderilen sevgilerini algılarız. Onlar
hepsi bizim yarattığımız mahlukattır.ve biz onlar hatta güneşe bile
tapsalar gene onların tapması, ibadeti bizedir. Biz kendi çocuklarımız
arasında seni, onları birleştiresin diye yolladık. Yoksa bizden
uzaklaştırasın diye değil.” Şayet Allah’a ulaşmada ilk adımın ona olan
samimi ve doğru aşktan geçeceğini bilsek, onun farkına varsak,
bildiklerimizi hemen açığa vurmaktan çok tereddüt ederdik. Ve hiç
kimseyi asla kafir ve putperest olarak adlandırmazdık. Ve bu dünyada hiç
kimseyi de değersiz olarak tanımlamazdık. Bir kişinin Tanrıya nasıl
ibadet ettiğini bilmemiz mümkün değildir. Onun kalbindeki samimiyeti
bilemeyiz. Ve en önemlisi de gerçekten bu samimiyettir.
















__________________
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:19 pm

Adam kapıyı açtığında polislerle karşılaştı . Heyecanla sordu :
-Bir şey mi istediniz efendim ?
Komiser olan cevap verdi :
-Evinizi soyan hırsızı yakaladık beyefendi .
Adam , genci bir müddet süzdükten sonra ; " Buyurun içeri girin ! " diye
kenara çekildi . Hep birlikte oturma odasına geçtiler . Adam , önce
polisin sonra gencin elini sıktı .
- Geldiğinize sevindim . Bu gençle tanışmayı da çok arzu ediyordum .
Polislerden biri lafa karıştı :
- Bu delikanlı sivil polis değil hırsızdır .
-Hırsız olduğunu biliyorum ama artık şikayetçi değilim .
Herkez şaşırmıştı . Adam misafire şeker ikram ettikten sonra konuşmaya
devam etti ;
-Evim soyulmadan önce , geç vakitlere kadar oturur , haliyle sabah
namazlarına bazen kalkamazdım . Ve çok istediğim halde , günde bir sayfa
bile Kur'an-ı Kerim okumaya vakit bulamazdım . Kıldığım namazlar da
aceleden hep yarım yamalak olurdu . Delikanlı , beni bu gafletten
kurtardı . Çünkü televizyonumu çalmıştı .

Cüneyd Suavi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:19 pm

ÜÇ SuÂl Ve Bİr Cevap Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî'ye felsefecilerden bir grup geldi. Suâl sormak
istediklerini bildirdiler. Mevlânâ hazretleri bunları Şems-i Tebrîzî'ye
havâle etti. Bunun üzerine onun yanına gittiler. Şems-i Tebrîzî
hazretleri mescidde, talebelere bir ker****le teyemmüm nasıl
yapılacağını gösteriyordu. Gelen felsefeciler üç suâl sormak
istediklerini belirttiler, Şems-i Tebrîzî;
"Sorun!" buyurdu. İçlerinden birini başkan seçtiler. Hepsinin adına o
soracaktı.
Sormaya başladı:
"Allah var dersiniz, ama görünmez, göster de inanalım."
Şems-i Tebrîzî hazretleri;
"Öbür sorunu da sor!" buyurdu.
O;
"Şeytanın ateşten yaratıldığını söylersiniz, sonra da ateşle ona azâb
edilecek dersiniz hiç ateş ateşe azâb eder mi?" dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Peki öbürünü de sor!" buyurdu.
O;
"Âhirette herkes hakkını alacak, yaptıklarının cezâsını çekecek
diyorsunuz. Bırakın insanları canları ne istiyorsa yapsınlar,
karışmayın!" dedi.
Bunun üzerine Şems-i Tebrîzî, elindeki kuru kerpici adamın başına vurdu.
Soru sormaya gelen felsefeci, derhâl zamânın kâdısına gidip, dâvâcı
oldu.
Ve;
"Ben, soru sordum, o başıma ker**** vurdu." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"Ben de sâdece cevap verdim." buyurdu.
Kâdı bu işin açıklamasını istedi. Şems-i Tebrîzî şöyle anlattı:
"Efendim, bana Allahü teâlâyı göster de inanayım, dedi. Şimdi bu
felsefeci, başının ağrısını göstersin de görelim."
O kimse şaşırarak;
"Ağrıyor ama gösteremem." dedi.
Şems-i Tebrîzî;
"İşte Allahü teâlâ da vardır, fakat görünmez.
Yine bana, şeytana ateşle nasıl azâb edileceğini sordu. Ben buna
toprakla vurdum. Toprak onun başını acıttı. Hâlbuki kendi bedeni de
topraktan yaratıldı.
Yine bana;
"Bırakın herkesin canı ne isterse onu yapsın. Bundan dolayı bir hak
olmaz." dedi. Benim canım onun başına kerpici vurmak istedi ve vurdum.
Niçin hakkını arıyor? Aramasa ya! Bu dünyâda küçük bir mesele için hak
aranırsa, o sonsuz olan âhiret hayâtında niçin hak aranmasın?" buyurdu.


Felsefeci, bu güzel cevaplar karşısında mahcûb olup, söz söyleyemez hâle
düştü.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:19 pm

Kİmsenİn GÖrmedİĞİ Yerde... Cüneyd-i
Bağdâdî hazretlerinin bir talebesi vardı. Bütün iyilik ve fazîletler
onda mevcuttu. Sonradan gelmesine rağmen Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri onu
pek ziyâde seviyor, diğer talebeler bu hâli çekemiyorlardı.
Talebelerinin bu hâli Cüneyd-i Bağdâdî'ye mâlûm oldu. Talebelerinin
eline birer kuş verdi ve;

"Her biriniz bu kuşları kimsenin görmediği bir yerde boğazlayıp
getirsin." buyurdu.

Hepsi de kendilerine verilen kuşları aldılar, varıp ıssız bir mahalde
boğazlayıp getirdiler. Yalnız o talebesi boğazlamadan getirdi. Cüneyd-i
Bağdâdî;

"Niçin boğazlamadın?" buyurdu.

"Hocam! Siz; "Kuşları kimsenin görmediği bir yerde boğazlayın."
demiştiniz. Ben ise ıssız bir yer bulamadım. Her yeri Allahü teâlâ
görüyor." deyince,

Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki:

"Arkadaşınızın firâsetini gördünüz mü?" Bunun üzerine; tövbe edip
boyunlarını büküp, Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinden affedilmelerini
dilediler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:19 pm

Şeytanin PİslİĞİ Cüneyd-i
Bağdâdî'nin talebelerinden biri şeytanın vesvesesine kapılıp;

"Artık ben kemâle geldim. Sohbete devâm etmeme lüzum kalmadı." deyip
kendi başına bir yere çekildi.

Benlik ve gururundan dolayı şeytânî bir rüyâ gördü. Rüyâsında, bağlık
bahçelik içinde güzel nehirler ve çok lezzetli yemekler yediğini gördü.
Bu rüyâyı hakîkat zannedip, kibiri daha da arttı ve bu hâlini
arkadaşlarına anlattı. Onlar da Cüneyd-i Bağdâdî'ye arzettiklerinde,
Cüneyd-i Bağdâdî çok üzüldü ve anlatılan kimsenin yanına gitti. Baktı ki
o kimseyi şeytan aldatmış, Ona;

"Seni bu gece Cennet'e götürürlerse, Cennet'e vardığında üç defâ Lâ
havle oku." buyurdu. Hakîkaten o kimseyi rüyâsında Cennet'e götürdüler. O
kimse Cennet'e vardığında üç defâ Lâ havle okudu. Gördüklerini ve
kendisinde hâsıl olan şeytânî hâllerin hepsini unuttu. Bir anda
kendisinin pislik ve çöplük içerisinde olduğunu gördü.Uyandığında
gördüklerini hatırladı ve içine düştüğü hatâyı anladı. Çok pişman olup
tövbe etti ve Cüneyd-i Bağdâdî'nin elini öptü. Sohbetlere devâm edip,
talebeler arasındaki yerini aldı.

Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî buyurdu ki:

"Herkese bir mürşid-i kâmil lâzımdır. Aksi halde mel'ûn şeytan gelip
kendisine musallat olur ve insan maazallah ona tâbi olur."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:19 pm

SAĞIR, KÖR, DİLSİZ VE TOPAL HANIM!

İmâm-ı A'zam'ın babası Sâbit, daha bekar iken temiz ahlâklı, takvâ ve
verâ sâhibiydi. Zühdü, salahı ve ilmi pekçoktu. Yüzünde bir nur vardı.
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Elmayı
alıp, abdestten sonra elinde olmayarak dişledi. Fakat tükrüğünde kan
gördü. Kendi kendine; "Şimdiye kadar bana böyle bir hal olmamıştı. Buna
sebep ısırdığım elma olmalı." dedi ve buna pişman oldu. Elma sâhibini
bulup helallaşmak için dere boyunca gitti. Nihâyet ısırdığı elmanın
ağacını buldu. Ağacın sâhibini aradı. Onun cömerd ve ihsân sâhibi biri
olduğunu öğrendi. Oradakiler; "Çok cömert ve ihsân sâhibidir. Elma
ağacındaki bütün elmaları alsan, alma demez. Bir tane elmadan ne çıkar."
dediler. Sâbit aramalardan sonra, bahçenin sâhibini buldu ve; "Ya
elmanın parasını al, yahut helâl et." dedi. Bahçe sâhibi onun
haramlardan ve şüphelilerden sakınma husûsundaki gayretini görüp,
hareketinin doğru olup olmadığını kontrol etmek istedi. Sâbit'e; "Helâl
etmem için ne vereceksin?" diye sordu. Sâbit; "Altın istersen altın,
gümüş istersen gümüş." dedi. Bahçe sâhibi; "Ben altın, gümüş istemem.
Kıyâmet gününde senden dâvâcı olmamamı istiyorsan, bir teklifim var. Onu
kabûl edersen hakkımı helâl ederim." dedi. Sâbit; "Teklifin nedir?"
diye sordu. Bahçe sâhibi; "Benim bir kızım var; gözleri görmez,
kulakları duymaz, dili söylemez, ayakları yürümez. Bunu sana nikâh etmek
istiyorum. Kabûl edersen elmayı sana helâl ederim. Yoksa, yarın kıyâmet
günü Allahü teâlânın huzûrunda seni mahcûb ederim." dedi. Sâbit kendi
kendine; "Ey dîninde sâbit olan Sâbit! Kıyâmette tehlike ve sıkıntılara
mâruz kalmaktansa buna dünyâda katlanmak daha iyidir." deyip kabûl etti.
Bahçe sâhibi, teklifinin kabûl edildiğini görünce, böyle bir kimseye
kızını vereceği için çok sevindi. Nikâhı yapıldı. Gece olunca Sâbit
üzüntü ile nikâhlısının bulunduğu odaya girdi. Orada, gâyet süslü,
güzel, sağlam, görür, işitir, konuşur, yürür bir hanımla karşılaştı.
Hanım efendi kalkıp Sâbit'i karşıladı. Saygı dolu ifâdelerle konuştu.
Sâbit kendi kendine; "Yâ Rabbî! Bu ne iştir. Hayal mi yoksa rüyâ mı?"
dedi. Hanımın kendi nikâhlısı olduğundan şüphelenip odadan geri çıkmak
istedi. Hanımı; "Niye çıkıyorsun ey Allahü teâlânın sevgili kulu? Senin
helâlin benim!" dedi. Sâbit ona; "Baban seni bana kötüledi. Kördür,
sağırdır, dilsizdir, kötürümdür." diye târif etti. Sen ise ne güzel
yürüyorsun ve ne iyi konuşuyorsun. Niçin böyle söyledi. Şaştım doğrusu.
Muhakkak bunda bir hikmet vardır." dedi. Nikâhlısı kız; "Bu bir sırdır,
izin ver açıklayayım. Babamın sözünde yalan yoktur. Dînini kayıran ve
seven bir insandır. Seneler oluyor bu evden dışarı çıkmış değilim.
Şimdiye kadar hiçbir yabancı, yüzümü görmedi. Ben de bir yabancı yüz
görmedim. Bu sebeple gözlerim harama kördür. Kulağım bir yabancı sözü
duymamış ve günâh işlememiştir. Bunun için günâha karşı sağırdır.
Ayaklarım günah yerlerine gitmez, bunun için kötürümüm. Dilimden hiç
kötü söz, günâha sebeb olan bir kelime çıkmadı. Onun için dilsizim.
Babamın sözlerindeki hikmet budur." dedi.

Bu sözleri duyan Sâbit bin Zûtâ Allahü teâlâya şükretti ve; "Yâ Rabbî!
Sen her şeye gücü yetensin." dedi. Haramlardan ve şüphelilerden sakınma
ve iffet esasları üzerine kurulan bu evlilikten; ilim, irfân ve takvâ
sâhibi olacak olan Nûmân isminde bir çocuk dünyâya geldi.



Evliyalar ansiklopedisi
Huzur damlaları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:20 pm

Sen mürşid-i kamili ne sanırsın?

Sünbül Sinan hazretlerinin, Muhammed Çelebi isminde bir talebesi
anlattı: “Sünbülî tarîkatının şeyhi olan Sünbül Sinân hazretlerine
talebe olmuştum. Dergâhında bulunuyor, onun hizmetiyle şerefleniyordum.
Bir gün kendisinden izin alarak Gelibolu'ya gitmiştim. Orada bir haram
işleme durumu ile karşı karşıya kalmıştım, nefsim harama meyletti. Tam
onu işlemek üzere idim ki, yanımda hocam Sünbül Sinân’ı gördüm. Onu
görür görmez, utancımdan kıpkırmızı oldum. Ne yapacağımı şaşırmış bir
hâlde haramdan uzaklaştım. Bir gemiye binerek İstanbul’a geldim. Hemen
dergâha koştum. Hocam Sünbül Sinân ile kapıda karşılaştım. Beni görünce;
“Ey Çelebi! Sen mürşid-i kâmili ne zannedersin? O, talebesini gözetmez
ise, şeytan ve nefs, onu hevâsına uydurup helâk eder, çabucak tövbe-i
nasûh eyle. Bir daha da böyle işleri yapmaya kalkma." buyurdu. Bundan
böyle nerede bir haram ile karşılaşsam, hemen hocam hatırıma gelir, onun
himmeti bereketi ile haramlar gözüme çok kötü hâlde görünürdü.”



Evliyalar ansiklopedisi
Huzur damlaları
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Warrior
Co Admin
Co Admin
Warrior



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Imgleft45/258Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Emptybarbleue  (45/258)

Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Dini Hikayeler Arsivi 1   Dini Hikayeler Arsivi 1 - Sayfa 3 Icon_minitimePerş. Haz. 24, 2010 5:20 pm

CENNETE İLK GİREN KOCASINA SADIK KADINDIR
Hazreti Fatımatüzzehra (r.a.) Hazretleri bir gün babası Peygamberimiz
(s.a.s.)'e:

— Babacığım cennete en önce kadınlardan kim girecek? diye sordu.

Peygamberimiz (s.a.s.):

— Falan mahallede bir kadın var. O kadın ilk cennete girecek kadındır,
buyurdular.

Hazreti Fatıma çok merak etmişti:

— Benden de mi evvel girecek babacığım? diye sordu. Hazreti
Peygamberimiz:

— Senden de evvel girecek, istersen git de bir tanış. O zaman sen de
neden önce onun gireceğini öğrenirsin, buyurdular.

Hazreti Fatıma'nın o kadın hakındaki merakı iyice artmıştı. Bir gün
kadının evini sora sora buldu, kapısını çaldı, içerden ihtiyar bir kadın
sesi duyuldu:

— Kim o?

Hazreti Fatıma, kendisini tanıtıp görüşmek istediğini söylediğinde
kadın:

— Canım sana feda ey Allah Resulünün kızı. Sizinle çok görüşmek arzu
ederdim. Fakat dışarı çıkmadığım için ziyaretinize gelemedim. Sizin beni
arayıp bulmanız benim için bir lütuftur. Ancak ne var ki ben kocamdan
izin almadan size kapıyı açamayacağım. Sizden çok özür dilerim. Yarın
gelirseniz içeri girmeniz için izin alır kapıyı açarım, görüşürüz, dedi.


Hazreti Fatıma geri gitti, kadın da meseleyi anlatıp kocasından izin
aldı. İkinci gün kadınla görüşeceğine emin olarak gelen Hazreti Fatıma
yanına Hazreti Hasan'ı da alarak geldi. Kadının kapısını çalarak
geldiğini bildirdi. Fakat kadın Hazreti Fatıma'nın yanında bir çocuk
bulunduğunun farkına varmıştı. Hazreti Fatıma'ya:

— Yanınızda bir de çocuk var. Ben yalnız sizin için izin almıştım, içeri
siz girebilirsiniz, fakat çocuk dışarda kalır, isterseniz yarın gelin
onun için de izin alayım, beraber içeri girersiniz, dedi.

Hazreti Fatıma ikinci defa içeri giremeden geri döndü. Üçüncü gün yanına
Hazreti Hüseyin'i de alarak gitmişti.- Kapıda yine aynı durumla
karşılaşarak Hüseyin'i içeri alamayınca geri dönmek mecburiyetinde
kaldı. Üçüncü gün üçü birden gittiklerinde kadın kocasından her üçü için
de izin almıştı, içeri girdiler. Hazreti Fatıma bir de baktı ki, içerde
kendisini karşılayan dışarda sesinden tanıdığı kadın değil. Genç ve
güzel bir kadın... Hayretle sordu:

— Sizinle dışardan konuşurken sesiniz başka idi, şimdi başka, bu nasıl
oluyor? dedi.

Kadın;

— Sizinle konuşurken sesim dışarıya çıkmakta idi. Ben de sesimi yabancı
erkek duyar da günaha girerim diye ağzıma taş parçası alarak
konuşuyordum. Şimdi ise o taşı çıkardım, dedi.

Hazreti Fatıma'nın gözleri yaşarmıştı. Babasının neden cennete evvelâ bu
kadının gireceğini söylediğini anladı.

Kadın Hazreti Fatıma (r.a.)'ya:

— Ey Allah'ın Resulünün kızı! Acaba ben kocama karşı vazifemi ifa etmiş
oluyor muyum? "Allah beni kocama itaatsizlikten dolayı hesaba çeker diye
korkuyorum, dedi.

Hazreti Fatıma babasının müjdesini bildirdi:

— Hayır! Sen bil'akis babamın cennete ilk girecek kadın diye müjdelediği
birisin. Hiçbir kadın sizin yaptığınızın onda - birini bile yapamaz,
dedi.

Ve cennete ilk girecek olan kadınla bir hayli sohbet ettikten sonra
müsaade isteyerek oradan ayrıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Dini Hikayeler Arsivi 1
Sayfa başına dön 
3 sayfadaki 3 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3
 Similar topics
-
» Dini Hikayeler Arsivi 2
» Dev Avatar Arşivi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Dinimizi Tanıyalım :: Dini Hikayeler-
Buraya geçin: