İçimdeki “Ben”in Sancıları… Asd10
İçimdeki “Ben”in Sancıları… Asd10
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 İçimdeki “Ben”in Sancıları…

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
SonKraL
Moderatör
Moderatör
SonKraL



Başarı Puanı
Başarı Puanı:
İçimdeki “Ben”in Sancıları… Imgleft10/258İçimdeki “Ben”in Sancıları… Emptybarbleue  (10/258)

İçimdeki “Ben”in Sancıları… Empty
MesajKonu: İçimdeki “Ben”in Sancıları…   İçimdeki “Ben”in Sancıları… Icon_minitimeCuma Haz. 25, 2010 7:45 am

İçimdeki benle yüzleşmek bazen canımı acıtır. Karanlık yanlarım sancır… Onca yıl geçmiştir, onca kitap okumuşumdur, onca öğüt işitmişimdir, ama hâlâ bir yanımla “ben”imdir. “Benimdir” derken kastettiğim, orijinal yanlarım değil. Yanlış anlaşılmasın. Kastettiğim kötü yanlarım. Her insanın, ruhunun yakasında aksesuar gibi taşıdığı türden şeyler. Gıybet, haset, kıskançlık, kin, öfke, inat, yalancılık vs… Ben olduğumu fark ettiğim andan beri, içimde gezen, damarlarımda dolaşan şeytanlar! Onları kastediyorum. Yüz bin nasihat dinlesem, yüz bin kitap okusam da onlardan kurtulamıyorum. Ne yazık ki… Ne yazık ki, ben bir insanım. Ne yazık ki, onlar beni “ben” yapan kusurlarım. Zaman geçse de, mevsimler değişse de, saçlarım ağarsa da, onlar hep benle kalıyorlar. Hepsinin kabri, Ahmet’in mezarı…

İnsan kusurlarıyla birlikte yaratılmış. Bundan kaçış yok! Kusurlarından kurtulma çabası onu ayakta tutuyor. Bunda inkâr yok! Daha iyi olma, daha iyisini başarma gayreti içinde geçiyor ömrü. Bunu fıtraten arzuluyor. Kurulmuş bir fare gibi insan. Dünyaya geldiği andan itibaren kendini geliştirmeye çalışıyor. Geliştirmeye ve sevdirmeye… Bu madde merkezli kişisel gelişim kitaplarında da böyle, maneviyat özlü tasavvuf eserlerinde de… Her ikisi de eksikleriyle hayata başlamış insanı geliştirmeyi ve yükseltmeyi amaçlıyorlar. Yalnız bir farkla! Birisi içine bakıyor, birisi dışına… Birisi insanın içinden başlıyor yolculuğa, diğeri dışından… Birisi insanı baz alıyor, diğeri “başarı”yı…

Şimdi Batı’nın kişisel gelişim yöntemlerini ve Doğu’nun tasavvuf anlayışını anlatacak ve dahi karşılaştıracak değilim. Buna ne ilmim yeter, ne vaktim. Ortada aczim… Hem maksadım da değil, böyle bir mukayese, bu yazıda. Zaten birbirlerine benzeyen, bir türden şeyler değiller ki karşılaştırılsınlar. Çok farklı iki ekol, iki üslup, iki meslek onlar…

İnsan ve ruh merkezli tasavvufun bazen aşırı (bize göre) şekilde manevi olana yoğunlaşarak İmam-ı Rabbanî (k.s.) ekolünde olduğu gibi “La meşhude illa hu” dediğini duymuşsunuzdur. (Allah’tan gayrısına şahit olmama, unutma ve sadece O’nun varlığına konsantre olma hali.) Bazen de İbn-i Arabî, Hallac-ı Mansur gibi sultanların ellerinde Allah’ın varlığına yoğunlaşmak adına kâinatın varlığını inkâr yolunu bile seçmişlerdir. (La mevcude illa hu.) Fakat bu “o makama has” bir haldir. Ve bugünün maddeci insanının anlaması çok zor bir ruhsal anafordur. Hatta bu inkârları o kadar şiddetlidir ki, buna kendi varlıkları bile dâhildir. Kendilerini bile perde olarak görmüş ve bazen aradan çıkarmışlardır.

Ancak bu noktada bir şeyin altını iyi çizmek gerekiyor. İmam-ı Rabbanî Hazretleri gibilerinin takip ettiği yol, ikincisine göre daima müreccahtır. Zira daha üst bir mertebededir. Aklın gözünü kör edip, kalbin lezzetiyle var olanların inkârını gerektirmez. Sadece Allah’a giden yolda dış dünyaya kapanılarak, iç dünyada varlığının sırlarını yakalamaya konsantre olmaktır bu meslek. Bu yüzden bu yolun erbabı da dünya ile fazla meşgul olmaz. Olursa da, fazla dalmaz. En azından kalben bağlanmaz. Kalple takılıp kalmaz.

Mevzuumuz tasavvuf değil… Hem tasavvuf benim alanım hiç değil. Fakat laf lafı açıyor… Kusura bakmayın. Ancak şimdi bu kadar şeyi yazıp da Bediüzzaman’ın mesleğine işaret etmesem olmaz. Oraya da girilmeli… Zira bu kadar tasavvufî mesleklerin bahis mevzuu edildiği bir yazıda, son asrın en farklı ekollerinden birini anlatmamak yanlış olur.

Risale-i Nur da (Bediüzzaman’ın eserlerini ve yolunu kastediyoruz), aslında insan merkezli bir gelişimi kabul eder. Ruh ve erdem merkezlidir. Kişisel gelişim gibi “başarı” merkezli değildir. Her tasavvufî ekol gibi kemiyete (sayısal değere) değil, aaafiyete (kaliteye) değer verir. Bu nedenle “dünyevî başarı” hiçbir tasavvufî terbiyenin merkezinde kendisine yer bulamaz.

Bediüzzaman da insanın yükselişinin maddi terakkiyle değil (sadece değil) manevi bir yol alışla mümkün olacağını söyler. “Kalp ve ruhun derece-i hayatına çıkmak” olarak tarif edilen bu yol, aslında bir yönüyle tasavvufu da kapsar. Birçok kesimin (Buna bir kısım Nur talebeleri de dâhildir) yanlış algıladığı gibi tasavvufu dışlamaz. İçinde tasavvuf da vardır, ilm-i kelam da… Bu iki ekolü, yani akıl ve kalp ayaklarını birleştirmiş ve ikisiyle terakkiyi amaçlamıştır. Nur mesleği böyle bir meslektir… Kesinlikle tasavvuf kokuludur, o ekoldendir ve fakat daha fazlasıdır. Zira kurucusu olan Bediüzzaman hem bir mutasavvıf, hem bir ilm-i kelam âlimidir. Mesleği de iki yönlüdür.

Müellifin çok yanlış anlaşılan “Zaman tarikat zamanı değildir, iman kurtarmak zamanıdır” sözünü de yanlış anlıyoruz maalesef. Belki de düşmanlık etmeye meyyal damarlarımızdan dolayı böyle anlamaya ve anlatmaya zorluyoruz. İlla birilerini geçeceğiz ve daha başka olacağız ya. Bu yüzden kırıyoruz, incitiyoruz. Sözümüz ne kadar hakikat, aldırmıyoruz.

“Zaman tarikat zamanı değildir” derken müellifin kastettiği (bence ve kanaatimce) tüm tarikatçıların, mutasavvıfların takip ettikleri tasavvufu derhal terk etmeleri gerektiği değildir. Hâşâ, zaten Bediüzzaman kendisi de gençlik döneminde iki tarikattan ders verecek kadar bilgiye sahip bağlılarındandır. Bir insan, geçtiği yolu nasıl reddedebilir?

Kendisi başka bir eserinde, başka terbiye metotlarına bağlı olanların, ilk intisap ettikleri yerden kopmadan, Nurları da takip edebileceklerini söyler. Eski manevi terbiyelerinden ayrılmaları, bırakmaları şartı kesinlikle yoktur. Zaten birbirinin yolunu kesmeyen manevî terbiyelerde böyle bir şeye gerek de yoktur. Bu nedenle ben “Zaman tarikat zamanı değildir” sözünü biraz daha iyimser bir düşünceyle “Zaman (sadece) tarikat zamanı değildir, iman kurtarmak zamanıdır” şeklinde algılıyorum. Böyle yorumluyorum. Bence bu sözle anlatılan “tasavvuftan kaçın” demek değildir. Aksine bu terbiyenin üstüne ilaveler yapılmasıdır. Yani tasavvuf terbiyesiyle yetinilmemesi, kalp için olduğu kadar akıl için de çalışılması, imanı kurtarmak, doğru ve sağlam bir düşünce sistemine sahip olmak için gayret sarf edilmesidir. Bu cümlede tavsiye edilen budur. Tasavvufun geliştirilmesi öğütlenmektedir. Zaten müellifin mesleği de bunun üzerinedir…

Bilmiyorum, başka izaha gerek var mı?

Neyse… Bu yazı da böyle bitsin. Hem kelam, hem vakit tükendi… Ben de diğer anlatacağım konuyu başka yazımda anlatırım, ne yapayım? Bazen insanın kendisini kaleminin akışına bırakması gerekiyor. Demek ki, bunu yazmam gerekiyormuş ve yazdım. Zaten yazan kim oluyor? Yazdırana bakmak lazım…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
İçimdeki “Ben”in Sancıları…
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Genel Kültür :: Edebiyat-
Buraya geçin: